Hüznü bir zevk edinenlerin yaşadığı İstanbul'u belki de bir zamanlar sahip olduğu şeyleri kaybettiği için seviyoruz. Bu yüzden zamanlara arada düğüm atıyoruz ki; 'ömür' dedikleri iplik tekdüze gitmesin, geçmiş günler zevkle hatırlansın, gelecek günlere umut kalsın istiyoruz. Hayatımıza bir anlam verme telaşı içinde Mutluluk Destinasyonu olarak şehrin tenha olduğu bugünlerde, Balat'ın otantik sokaklarına karışıyoruz.
İstanbul'un körfezi olan Haliç'in kıyısındaki semtte, Bizans Sarayı'nın izlerini sürerek zamanlar arasında geçiş yapıyoruz. Rumca kelime anlamıyla "saray" demek olan Balat'ta, geçmişin görkemli, ışıltılı günlerinden izler arıyoruz. 11. Yüzyıl'dan kalma sarnıçları, dehlizleri dinleyerek merdivenli ve dik yokuşları takip ediyor, Bizans Sarayı'na çıkıyoruz.
9. Yüzyıl'dan miras kalan Ayia Thedosia Kilisesi'nden sabah duaları ve kötü ruhları kovan ayin sonrası kesif bir tütsü, aroma terapi için de kullanılan 'günlük ağacı' kokusu taş sokaklara dağılıyor. Heybetli kilise yerinde şimdilerde 'Gül Camii' yükseliyor.
Bu sırada Albanita diyor ki; "1453'te büyük savaş yapılırken; Rumlar ellerindeki çiçeklerle burada toplanmış, Konstantinopolis düşmesin diye güllerle süsledikleri Ayia Thedosia'da dua etmişler." İşte 'Gül Camii' adı buradan geliyor. Albanita sözüne devamla, "Hatta fetih tamamlandığında askerler şehre girip gülleri görünce büyük bir şaşkınlığa kapılmışlar" diyor.
Son Bizans İmparatoru XI. Konstantin, Gül Camii'nin altında yatıyor. Surları savunurken verdiği mücadele yine kulaklarda çınlıyor.
Bir asır önce İstanbul'da 60 kadar Rum okulu varken; bugünlerde bir el parmakları kadar yok. Balat'ın kapı komşusu Fener'deki Rum Lisesi hâlâ eğitim vermeyi sürdürüyor. Genç kızların genç erkeklerin, son kral Dragases'in acı yüklenen çığlıklarına kaygısızca gülüşmeleri duyuluyor.
Biraz gerideki Rum Patrikhanesi'nin kapalı tutulan 'ana giriş' kapısı siyahlar içinde matem çağrıştırıyor. "Boşuna değil" diyor Albanita, "1821'de Mora Yarımadası'ndaki isyanlardan V. Gregorios sorumlu tutuluyor ve patrik, giriş kapısında asılıyor. Burası matem kapısı olarak kalıyor."
Duvarında 'çift başlı' Bizans kartalı dikkat çeken patrikhane içinde Aya Yorgi Kilisesi bulunuyor. Kapadokya'da doğan gemicilerin azizi St. George'a atfedilen kilise, 1720'den bugünlere gelmeyi başarıyor. Roma ve İstanbul'da bulunan batı ile doğu kiliseleri 'büyük şüphe' ile 1054'te ayrılınca; azizler patrik Vasilis, Gregorios ve Yuhanna'nın rölikleri, Rum Patrikhanesi'nde kalıyor; bugün de dindarlara açık bulunuyor.
Fener Patrikhanesi'ndeki gül ağacından ikonostasion 40 yılda tamamlanabilirken; Hz. İsa'nın hayatından ikonalar ve azizlerin lahitleri üzerinde yer alıyor. Eğer Bizans Dönemi'ndeki kiliselerin en parlak günlerinde nasıl olduğunu merak ediyorsanız, burada görülüyor.
Altın ikonalar gün ışığıyla parlarken; mütevazı diğer dekorasyon öğeleri ile tezatlık oluşturuyor. Yan nartekste tabutların içinde azizeler Theofano, Solomoni ve Eufemia'nın rölikleri bulunuyor.
Rum Patrikhanesi'ni geride bırakıp Panayia Muhliotissa'ya, yani Meryemî Kilisesi'ne varıldığında; "Hiçbir dönemde camiye dönüştürülmemiş tek kilise" olduğu öğreniliyor. Çünkü yedi tepe İstanbul'un dördüncü tepesindeki Fatih Camii'nin 'atik Sinan' denilen Rum mimarı Khristodulos, padişah Mehmed Han'dan "Cemaatimizin ibadet yeri, kilise olarak kalabilir mi" diyerek ricacı oluyor. Bununla ilgili Sultan II. Mehmed'in fermanı, Fener Patrikhanesi'nde; kopyası ise 1261'de yapılan Bizans prensesi Maria Kilisesi'nde 567 yıldır duruyor.
Prenses Maria'nın, İstanbul'u Latinlerin elinden geri alan imparator Michael Paleologos'un kızı olduğu tarihi kayıtlarda yazıyor. Yaşadığı dönemin en güzel kadını olan Maria'dan masalları aratmayacak bir hikâye okumak istenir; ama gel gelelim ardında acıklı bir aşk öyküsü bırakıyor. Acımasız hükümdar, annesini öldürdüğü Maria'nın bağlılığına şüpheyle bakıyor; tavizler sayesinde de güzel prenses özgür büyüyor.
Ayvansaray'ın sırtlarındaki Bizans Sarayı'nın meşaleler ile aydınlatılan dehlizlerinden geçip Galata'ya kadar varan genç prenses, Konstantinopolis'i keşfetmekten büyük keyif alıyor. Kaçışlarından birinde hayatının aşkı antikacı Carlos'la tanışıyor. Büyük aşk başlıyor; ama hüzünlü bitiyor.
Şehri etkisi altına alan yangın çıktığında yüzünün yarısı yanan, bir gözünü kaybeden Maria, telaşla Carlos'a koşuyor. Soylu olmayan bir aile çocuğu ile prenses arasındaki aşktan haberdar olan imparator, Carlos'un kellesini istiyor. Bizans Kralı, annesinden sonra aşkını da elinden aldığı Maria'yı diplomatik ilişkiler için 'piyon' olarak kullanıyor.
Kral VIII. Michael, Bizans İmparatorluğu için hep engel ve tehdit olan Moğollar'a kızı Maria'yı "gelin" olarak veriyor. Ancak kaderin cilvesi o ki; kral Hülagû Han müstakbel eşi Maria, Moğolistan'a gelmeden hayatını kaybediyor. Develer üzerinde günler süren yolculukla Konstantinopolis'ten Bağdat'a gelmişken geri çevrilmeyen genç prenses, Hülagû Han'ın oğlu Abaka Han'la evlendiriliyor. 15 yıllık evliliğin sonunda Abaka Han da vefat edince; Maria "kağan" ile evlenmiş bir prenses olarak başkasıyla evlenemeyeceği için Konstantinopolis'e dönüyor, Panayia Muhliotissa'nın manastırında hayatının kalanını geçiriyor.
Annesini, sevgilisini, gözünü, gençliğini ve mutluluğunu yitiren, zorla evlendirilerek bozkırlara yollanan Bizans Prensesi, İstanbul’un Fatih’i Sultan Mehmed’in Rum mimarı tarafından “kilise” olarak korunmasını sağladığı Panayia Muhliotissa'da bulunduğu süre içinde kendisini dine veriyor. Tüm varlığını, İstanbul'un kurucusu Agios Konstantinos, annesi Agia Eleni'nin ve 'kutsal' sayılan haç ikonografisi karşısında; Tanrı'ya ve İsa'ya adayıp yaşamının anlamını bulmaya çalışıyor.
Moğolistan'da da 'misyonerlik' faaliyetleri yürüterek Hıristiyanlığı yaymaya çalışan Maria, kadın ve çocuklarla yakından ilgileniyor. Yaptığı iyilikler ve hayır çalışmaları nedeniyle "Doğu'nun Meryem'i" veya "Moğolların Meryem'i" olarak anılmaya başlıyor.
Bu yüzden de buraya; "Moğolların Meryemi Kilisesi" deniyor. Bizans Sarayı'ndan bugüne kalan acıklı hikâyeler, Mutluluk Destinasyonu ile sizlere kadar ulaşıyor. Bizans'ın giriş kapısı Balat ise Haliç'in kıyısında duruyor; siz de gidip Maria'nın aşkının izlerini sürebilirsiniz.
kilise etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kilise etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 Haziran 2020 Cuma
30 Mart 2019 Cumartesi
Noel Baba'nın evi Demre
Bütün yıl uslu bir çocuk olursan, yılbaşı gecesi bacadan kırmızılar içinde, beyaz sakallı tonton bir dede gelir ve hayalini kurduğun o oyuncağı yatağının yanına bırakır. Tüm çocukların inandığı en kuşkusuz gerçektir Noel Baba. Hatta bizim gibi 30'ları ortalamış insanlar bile inanmak ister. Ne de olsa umuttur insanı hayatta tutan. Biz de umutlarımızı heybemize yükledik ve Mutluluk Destinasyonu olarak Noel Baba'nın doğduğu yer olan Demre'nin yolunu tuttuk.
M.S. 300 yılında doğduğu tahmin edilen Saint Nicholas ya da bizim bildiğimiz adıyla Noel Baba'nın ana yurdu Demre. Çocuklara ve yoksullara uzattığı yardım eliyle adını tarihe kazıyan Saint Nicholas; Santa Claus'a yani Noel Baba'ya dönüştükten sonra burada onun adına bir kilise yapılmış.
Denizi, eşsiz plajları ve antik yapısıyla dünyanın en eşsiz mekanlarından biri olan Demre, dünyada Saint Nicholas Kilisesi ile de hatırı sayılır bir üne sahip.
Antalya Havalimanı'na ulaştıktan sonra, 1 saatlik bir yolculuk ile ulaşabileceğiniz Demre'de; Noel Baba'nın adına yapılan yaklaşık 1.700 yaşındaki kiliseyi ziyaret edebilir, dilek çeşmesine hayallerinizi bırakabilirsiniz.
Ama Likya Yolu'nun en önemli duraklarından biri olan Demre sadece Noel Baba'dan ibaret değil. Bir Kuş Cenneti var ki, o cıvıl cıvıl sesler bile ömrünüze ömür katmaya, tüm hayal kırıklıklarınızı geride bırakmaya, yaşama tutunmak için, kalbinizde yeniden bir umut yeşertmeye yeter.
Ve ünü sınırlarımızı çoktan aşmış olan Myre Antik Kenti. İnsan burada denizin güzelliğine mi, kentin ihtişamına mı baksın bilemiyor. Milattan Önce 5. yüzyılda yapılan ve kayaların içine oyulmuş olan bu kent, bir zamanlar Bizanslılar'ın tatil beldesiydi. Üstelik hâlâ da yapıldığı gibi korunan ender antik yapılardan biri.
Demre'yi baştan sona kadar gezmek için bir gününüzü ayırmanız yeterli. Ama inanın bir günde biriktirdiğiniz anılar, tüm hayatınız boyunca aklınızdan çıkmayacak.
Demre'ye gidip balık yemeden ve denize girmeden sakın dönmeyin. İhtiyaç duyduğunuz huzurun, tüm hücrelerinize işleyeceğinin garantisini veriyoruz. Ve son bir hatırlatma... Saint Nicholas Kilisesi'nde bir dilek mumu yakın. İmkansız diye düşünmeyin, bakarsınız Noel Baba bu kez sizin hayallerinizi gerçekleştirmek için gelir.
Demre - Mutluluk Destinasyonu |
M.S. 300 yılında doğduğu tahmin edilen Saint Nicholas ya da bizim bildiğimiz adıyla Noel Baba'nın ana yurdu Demre. Çocuklara ve yoksullara uzattığı yardım eliyle adını tarihe kazıyan Saint Nicholas; Santa Claus'a yani Noel Baba'ya dönüştükten sonra burada onun adına bir kilise yapılmış.
Demre - Mutluluk Destinasyonu |
Denizi, eşsiz plajları ve antik yapısıyla dünyanın en eşsiz mekanlarından biri olan Demre, dünyada Saint Nicholas Kilisesi ile de hatırı sayılır bir üne sahip.
Demre - Mutluluk Destinasyonu |
Antalya Havalimanı'na ulaştıktan sonra, 1 saatlik bir yolculuk ile ulaşabileceğiniz Demre'de; Noel Baba'nın adına yapılan yaklaşık 1.700 yaşındaki kiliseyi ziyaret edebilir, dilek çeşmesine hayallerinizi bırakabilirsiniz.
Demre - Mutluluk Destinasyonu |
Ama Likya Yolu'nun en önemli duraklarından biri olan Demre sadece Noel Baba'dan ibaret değil. Bir Kuş Cenneti var ki, o cıvıl cıvıl sesler bile ömrünüze ömür katmaya, tüm hayal kırıklıklarınızı geride bırakmaya, yaşama tutunmak için, kalbinizde yeniden bir umut yeşertmeye yeter.
Demre - Mutluluk Destinasyonu |
Ve ünü sınırlarımızı çoktan aşmış olan Myre Antik Kenti. İnsan burada denizin güzelliğine mi, kentin ihtişamına mı baksın bilemiyor. Milattan Önce 5. yüzyılda yapılan ve kayaların içine oyulmuş olan bu kent, bir zamanlar Bizanslılar'ın tatil beldesiydi. Üstelik hâlâ da yapıldığı gibi korunan ender antik yapılardan biri.
Demre - Mutluluk Destinasyonu |
Demre'yi baştan sona kadar gezmek için bir gününüzü ayırmanız yeterli. Ama inanın bir günde biriktirdiğiniz anılar, tüm hayatınız boyunca aklınızdan çıkmayacak.
Demre - Mutluluk Destinasyonu |
Demre'ye gidip balık yemeden ve denize girmeden sakın dönmeyin. İhtiyaç duyduğunuz huzurun, tüm hücrelerinize işleyeceğinin garantisini veriyoruz. Ve son bir hatırlatma... Saint Nicholas Kilisesi'nde bir dilek mumu yakın. İmkansız diye düşünmeyin, bakarsınız Noel Baba bu kez sizin hayallerinizi gerçekleştirmek için gelir.
29 Aralık 2018 Cumartesi
Beyoğlu'nda bir Noel akşamı
Yılbaşı bütün ışıltısıyla yine sokaklara yansıdı. 24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gece Hristiyanların 'Noel Yortusu' olarak İstanbul’da da kutlandı. Birçok dini merkez gibi, kentin en büyük Katolik cemaatine sahip St. Antuan Kilisesi de coşkuyu yaşayacağınız sayılı yerlerden biri. ‘Santa Maria’ yani Meryem Ana Draperis Kilisesi ise yoksulluğa övgüler diziyor adeta, keşiş hayatının numunesi gibi duruyor.
Boğucu bir yıl, yorgunluklar ile geride kalırken; yepyeni heyecanlar beklediğimiz günlere az kaldı. Sokaklar, evler ve mağazalar süslü süslü… Tıpkı St. Antuan gibi… Santa Maria ise ilahi bir adalet, fakirliğe davet ediyor. Çünkü Hz. İsa, yoksuldur ve asıl mühim olan onun gibi yaşamaktır. Draperis Kilisesi’nde 'yoksulluk' yüceltiliyor.
Albanita’nın çizdiği rota; Beyoğlu ve Galata arasındaki 400 metre uzaklıkta bulunan iki merkezde ‘inanç’ farkını yaşatıyor. St. Antuan’da her kökten insanlar cıvıl cıvıl bir kalabalık oluşturuyor. Katoliklerin duygularını yaşamayan bu kozmopolit kitle, dini ritüelleri sanki bir müze gibi duygusuz, biraz da saygısızca izliyor. Santa Maria’da ise daha kapalı bir cemaat duygusal dakikalar yaşıyor, gözyaşları hissediliyor, Latince çağrılar ayırt ediliyor.
Bu arada öte yandaki St. Antuan’da cemaat için ayrılmış bölümde bir kadın farklı etnik ve dini kökteki insanların rahatsız edici gürültüleri arasında ellerini yüzünde birleştiriyor, başını önüne eğiyor ve Hz. İsa’yı hissetmeye çalışıyor. Yanındaki bir adam ise gözlerini kapatmış, göz kapaklarının oluşturduğu karanlıkta başını gökyüzüne kaldırarak, göğe çıkarılmış Hz. İsa’yı yaşıyor.
Kırmızı şerit ile çevrilmiş Katoliklerin oturduğu mahfuz bölümün dışındaki Müslüman ve Yahudi kökenli insanlar ise hürmetsiz, rahat hareketleri ile rahatsız edici görünüyor. Ancak ilahi atmosfer dolayısıyla ruhani duygular yüklenen cemaat, hoşgörü ile karşılıyor meraklı ziyaretçileri. ‘Barış ve sevgi’ içinde her eksikliği görmezden gelerek, karışıklık ve curcuna arasında geleneklerini yaşamaya, ilahileri dinlemeye gayret ediyor.
Pera’da bulunan Santa Maria’daki Noel ayini, saat 20.00’de ilahilerin okunmasıyla başlarken; Beyoğlu’nda yer alan St. Antuan’dakiler, birkaç saat geciktiriyor kutlamaları… Memnuniyet ile karşıladıkları kalabalığın biraz çekilmesini bekliyorlar belki de, bilinçli rötarlarla… Bu arada Latince, İtalyanca, Türkçe, İngilizce ve Lehçe dillerde 'barış çağrısı' ve tebliğler yapılıyor. Uysallık ve iyilik ile yüzleşilmesi gerektiği misafirlere hatırlatılıyor. İnananlar okunan ilahi ve dualara gözyaşı ile eşlik ediyor.
Dışarıdaki kapıda, içerideki replika ve dilek oymalarında advent mumları yanıyor. Çocuklar ve yetişkinlerin oluşturduğu kar beyazı korolar, Noel ilahileri okuyor. Hristiyanlığın başlangıcından çok sonra, ilk defa 1837’de Fransa’da Orleans Düşesi Helene’nin Tuileries Sarayı’nda kurduğu yılbaşı çam ağacı, günün önemine baskın çıkıyor. “Noel süslemesi” farklı inanç dünyasındaki insanları kendine çekiyor. Etrafı tablet ve akıllı telefon ışıklarıyla çevrilmiş ağaç, Katolikler’den uzak duygular içindeki insanların emanet gülücüklerine fon oluyor. Yaz kış yaprak dökmediği için ölümsüzlüğüne inanılarak kutsiyet atfedilen Noel ağacı için St. Antuan’daki objektifler, renkleri ve ışıklandırmasına dönüyor sürekli...
Latince “beden alış” anlamına gelen ‘natalis’ kelimesinden doğan Noel ve Yunanca ‘kurtarıcı’ demek olan Christ, yani Hz. İsa’nın isminden mülhem olan geceye, tam da bu yüzden Christmas veya Noel denildiği rivayet ediliyor.
Öte yandan ‘ilk Hristiyanların yaşadığı dönemde kilise, Hz. İsa’nın doğumunu da kutlamaya karşıydı’ diye tarihi kayıtlar not düşüyor: “Aslında eski bir pagan adeti, “İsa güneşimizdir” şeklinde bir bakış ile Hristiyanlaştırılmış oldu” deniyor. Mesela Romalılar, kış aylarında ışık tanrısı Mitra’nın kendilerini terk etmesine üzülür, günlerin uzamaya başladığı 25 Aralık’ta güneşin esaretten kurtulması şerefine büyük ve biraz da ‘ahlâksız’ denebilecek eğlenceler yapardı.
Protestanların dünyaya yaydığı Noel kutlamalarının eski tarihlerde Avrupa’da sık sık yasaklandığı biliniyor, Türkiye’de ise kutlamaların başlangıç tarihi 1926’ya, Cumhuriyet Dönemi’ne tekabül ediyor.
Işık zincirleriyle çevrilmiş St. Antuan Bazilikası’ndan Hz. İsa ve Meryem Ana’yı anlatan ilahiler yükseliyor bulutlara ve İstiklal Caddesi’ne taşıyor. Biraz gerideki Santa Maria Kilisesi’nde de Hz. İsa’yı ve doğuşunu anlatan konuşmalar, İncil’den bölümlerin okunmasını takiben son olarak Kutsal Doğuş’u sembolize eden replikadaki “Bebek İsa” heykelinin kutsanmasıyla gece tamamlanıyor.
‘Tu scendi dalle stelle’ yani “Sen yıldızlardan iniyorsun” ilahisi okunuyor ve kalabalık arkalarından gelen tütsü kokularıyla kilise merdivenlerinden huşu içinde yukarı doğru çıkıyor ve hayatlarına geri dönüyor. Dudaklarında şarabın bıraktığı ıslaklık, ellerinde ise kutsal ekmek bulunuyor.
Beyoğlu'nda Noel - Mutluluk Destinasyonu |
Beyoğlu'nda Noel - Mutluluk Destinasyonu |
Beyoğlu'nda Noel - Mutluluk Destinasyonu |
Beyoğlu'nda Noel - Mutluluk Destinasyonu |
Pera’da bulunan Santa Maria’daki Noel ayini, saat 20.00’de ilahilerin okunmasıyla başlarken; Beyoğlu’nda yer alan St. Antuan’dakiler, birkaç saat geciktiriyor kutlamaları… Memnuniyet ile karşıladıkları kalabalığın biraz çekilmesini bekliyorlar belki de, bilinçli rötarlarla… Bu arada Latince, İtalyanca, Türkçe, İngilizce ve Lehçe dillerde 'barış çağrısı' ve tebliğler yapılıyor. Uysallık ve iyilik ile yüzleşilmesi gerektiği misafirlere hatırlatılıyor. İnananlar okunan ilahi ve dualara gözyaşı ile eşlik ediyor.
Beyoğlu'nda Noel - Mutluluk Destinasyonu |
Beyoğlu'nda Noel - Mutluluk Destinasyonu |
Beyoğlu'nda Noel - Mutluluk Destinasyonu |
Beyoğlu'nda Noel - Mutluluk Destinasyonu |
Beyoğlu'nda Noel - Mutluluk Destinasyonu |
‘Tu scendi dalle stelle’ yani “Sen yıldızlardan iniyorsun” ilahisi okunuyor ve kalabalık arkalarından gelen tütsü kokularıyla kilise merdivenlerinden huşu içinde yukarı doğru çıkıyor ve hayatlarına geri dönüyor. Dudaklarında şarabın bıraktığı ıslaklık, ellerinde ise kutsal ekmek bulunuyor.
15 Aralık 2018 Cumartesi
Heybeliada’nın hazinesi: Ruhban Okulu
Mutluluk Destinasyonu bu hafta, 47 yıldır kapalı olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapılarını aralıyor. 127 yıl boyunca eğitim veren, dünyanın her yerindeki kiliselere ‘papaz’ yetiştiren tarihi kompleks, daha önce kimsenin görmediği saklı köşeleriyle huzurlarınızda…
Ruhban Okulu - Mutluluk Destinasyonu |
1844’te Ortodokslar için ‘din adamı’ yetiştirmek üzere açılan okul, Osmanlı Devleti’ndeki Rum tebaanın başlıca dini eğitim merkezi olmuştu. Ancak bu açılış, ‘ilk’ değildi. Çünkü burası 1844’teki tarihten çok daha önce, Heybeliada’nın fethinden kısa süre sonra yapılmıştı.
Ruhban Okulu - Mutluluk Destinasyonu |
878 yılında bir gün Patrik Photios, Bizans İmparatoru I. Basil’in huzuruna çıkar ve “Majesteleri Halki’de ormanlar arasındaki bir bölgeyi satın aldım. Emekliliğimi geçirmek ve kitaplarımı oraya taşımak için bir bina yaptırmak istiyorum. Kitaplarım, yazacaklarım umarım gelecek yüzyıllara intikal eder ve imparatorluğun ruhani tarihine katkıda bulunur” der.
Patrik Photios - Mutluluk Destinasyonu |
İkinci defa ‘Patriklik’ makamına getirilen 68 yaşındaki yaşlı din adamına imparator, “Sakıncası yok, ancak Halki’ye gitmek kolay değil, yorucu olabilir” der. Photios sözüne devam ile “Majesteleri yine müsaade ederse, bir bölümünü dini eğitim vermek üzere planlamak istiyorum. Artık çırak - usta anlayışından çıkarak ciddi bir sisteme kavuşmalıyız. Bunun için de emriniz gerekiyor” der ve onayı alır. 5 yıl gibi dönemin şartlarına göre; kısa sayılabilecek bir sürede Heybeliada Ruhban Okulu tamamlanır ve bir yıl içinde eğitim faaliyetleri başlar. 893’te Photios’un ölümünden sonra vasiyeti yerine getirilir ve bir kısmı manastır, diğer kısmı okul görevini sürdürür. Aradan bugün artık bin yıl geçer.
Ruhban Okulu - Mutluluk Destinasyonu |
Bu süre içinde eğitim çeşitli nedenlerle aksar. ‘1 Mayıs 1844, pazartesi’ günü zamanın patriği tarafından binanın okul bölümü ‘Yüksek Ortodoks Teoloji Okulu’ adıyla yeniden açılır. 1971’e kadar okul, I. Dünya Savaşı hariç kesintisiz olarak eğitim verir. Bu aralıkta 900 mezun verir ki; bunlar arasında din adamı, piskopos, başpiskopos ve bugünkü İstanbul Rum Patriği I. Bartholomeos da dahil olmak üzere yedi de “patrik” yetişir.
Ruhban Okulu - Mutluluk Destinasyonu |
Dolayısıyla Ümit Tepesi’ndeki Ruhban Okulu, Haliç’teki dünyevi eğitim merkezi patrikhane ile hiyerarşik bir ilişki içinde… Yunanistan’dan ve Rumlar’ın yaşadığı her yerden buraya gelen ‘din adamı adayları’ tarihlerin güzel yıllarında ihtişamlı eğitimlerden geçiriliyordu. Öyle ki; kökleşmiş okulun bulunduğu tepeye rıhtımdan çıkan yol dahi talebe veya misafirleri için başlı başına bir nefis terbiyesi olarak önünüzde yükseliyor, uzuyor ve kıvrılıyor. Dış kapıdan bahçeye girdikten sonra zaten dış dünyayla bağınız kalmayacak şekilde düşünülmüş okulun içinde her şey var.
Ruhban Okulu - Mutluluk Destinasyonu |
Gökçeada’da doğan Patrik Bartholomeos, buradaki eğitimin kusursuz bir örneği olarak yaşıyor. 7 dil bilen Bartholomeos, “Ekümenik Ortodoks Patriği” olarak tanınırken; aynı zamanda dünyadaki 300 milyon kişinin lideridir. Ancak ruhban okulu mezunları arasında din adamı olacağı yönünde ‘kesinleşmiş’ bir sınır elbette yoktu; zira aralarından öğretmen, akademisyen ve diş hekimi olanlar da çıkmıştı.
Ruhban Okulu - Mutluluk Destinasyonu |
Sessizliğiyle huzur verirken; tarihi geçmişi ve bir zamanlar neşeli çocuk seslerinin çınladığı koridorlar, merdivenler, sınıflar ve bahçesiyle bugün ‘kapalı’ olduğu düşüncesiyle de hüzün veren Ruhban Okulu, Heybeliada’nın en tepe noktasında konumlanmış. Bu da din bakışının, aslında nasıl da bütün değerlerin üstünde olduğunun kanıtı olarak yükseliyor.
Ruhban Okulu - Mutluluk Destinasyonu |
Patrik Photios’un Konstantinapolis Sarayı’ndaki Bizans İmparatoru I. Basil’in huzuruna çıkarak, “Majesteleri, müsaade buyurursanız kitaplarımı Halki’de ormanlar arasındaki bölgeye taşımak istiyorum” dediği malum külliyat, Aya Triada Manastırı bünyesindeki okulun bodrum katında yer alıyor. Beş salondan oluşan kütüphanede bambaşka bir dünya, soylu bir tarih yaşıyor. Dünyanın en eski matbu eserlerinin istiflendiği burada, çok sayıda dini, felsefi ve edebi eser de bulunuyor. Bir rafın sadece İncil ve Tevrat baskılarına ayrıldığı kütüphanenin son salonunda, yüzlerce yıllık kitaplar ile semavi dinlerin kutsal saydığı kitapların ilk ciltlerine rastlıyorsunuz.
Ruhban Okulu - Mutluluk Destinasyonu |
Hemen hemen her dilde kitapların bulunduğu Patrik Photios’un mirasında ağırlıklı olarak İngilizce, Fransızca, Latince ve Eski Yunanca eserler var. Az sayıdaki Türkçe eserin yanında önemli miktarda Osmanlıca kitap ve dergi mevcut. Ayrıca yazma eserler, değerli parçalar ve İncil ile Tevrat nüshaları dışında, çok kıymetli koleksiyonlar da üzerinde yılların ağırlığı taşıyan tozlarıyla bulunuyor.
Ruhban Okulu - Mutluluk Destinasyonu |
Eski usül kapaklı siyah sıralarında otururken ve boydan boya uzayan kara tahtanın önünde, bugünlerden eskiye yolculuk yapıyorsunuz. Her attığınız adımda, yerdeki ahşap parkelerin çıkardığı gıcırtılar, adeta yılları geriye sarıyor. Duvarlarına Ortadoğu’dan, İngiltere’ye, Kanada’dan, Etiyopya’ya ve Yeni Zelanda’dan Yunanistan’a kadar birçok ‘dini adamı adayı’ öğrencilerin hatıraları, yaşanmışlıkları sinmiş görünüyor. Retro parkeleriyle uzun; ama uzun yıllardır boş olan koridorları, okulun estetik ve zarif ruhunu yansıtırken; istemeden de olsa misafirlerini duygulandırmaya yetiyor.
Ruhban Okulu - Mutluluk Destinasyonu |
Küçük kilise içinde pazar günleri ve Paskalya bayramlarında hâlâ ayinler yapılıyor. Dindarlar, bir mum yakıp günah çıkararak, İncil’i okuyan piskoposları dinleyip dünyevi hırs ve duygularından arınarak ruhaniyet arıyor.
Ruhban Okulu - Mutluluk Destinasyonu |
Heybeliada’nın kuzeybatısındaki burası, çamlar arasında ve Marmara Denizi görünümüyle, dünyadaki örnekleri yanında eşine az rastlanan güzelliğiyle diğerlerinden ayrışıyor. Bizans Dönemi’nde manastır, bazen bir ibadet ve dinlenme yeri; bazen ise üst düzey saray mensubu kişilerin ıslah edildiği bir köşe olarak yaşamını sürdürmüş.
Ruhban Okulu - Mutluluk Destinasyonu |
Manastırın içindeki bir grup bakımlı mezarların İstanbul Patrikleri’nden V. Konstantin ile VII. Kirillos’a ait olduğu, diğerlerinin bir dönem okul müdürlüğü yapmış din adamları ile yine Aya Triada Manastırı’nın tanınmış öğretmenlerinin olduğunu öğreniyoruz; kapıda bizi elindeki yeni nesil telefonuyla, ruhani sınırlarda dünyevi merakına yenik düşmüş sempatik din adamından. Manastır dışında da yine din adamlarının gömülü olduğu eski ve küçük bir mezarlık olduğunu işaret ediyor, burada da İstanbul Patriği VIII. Neofitos’in yatmakta olduğunu fısıldıyor.
Ruhban Okulu - Mutluluk Destinasyonu |
1895’te ‘hoşgörü’ sahibi Sultan II. Abdülhamid Han’ın izniyle yeniden açılan okulun yapımı için güzel yüzlü mihmandar, İstanbul’un zengin tüccarlarından Kadıköy’deki Aya Triada, Şişli’deki Ayios Petros ve Pavlos, Paris’teki Skilitsis Stefanovik’in maddi destek sağladığını anlatıyor.
Ruhban Okulu - Mutluluk Destinasyonu |
Ruhban Okulu’nun Yunan alfabesindeki ‘-pi’ harfinden esinlenilerek planlandığını anlatan dindar mihmandar, bodrum ve katları gezdirirken; ana giriş kapısındaki görkemli mermer merdivenleri ve sütunları, ‘antik yunan tapınakları’ ilhamıyla düşünüldüğünü söylüyor. Pencere ve cephe süslemelerinde ise Bizans yapılarını çağrıştırması için tuğlaların tercih edildiğini aktarıyor.
Ruhban Okulu - Mutluluk Destinasyonu |
Bodrum katında yemekhane ve kütüphane bulunan okulun giriş katında sınıflar, etüd odaları, fizik - kimya laboratuarları, revir ve yatakhane yer alıyor. İkinci katında ise büyük bir tören salonu, müdür ve öğretmen odaları, sekreterlik, yatılı kalan öğretmenlerin yatak odaları ile teoloji bölümü talebeleri için yatakhane bulunuyor. Yetiştirdiği din adamları ile Hristiyan Ortodoks dünyasında her zaman saygın bir yer edinen Heybeliada Ruhban Okulu hâlâ davetkâr görünüyor, sizi de tarihsel yolculuğa ‘buyur’ ediyor.
9 Aralık 2018 Pazar
Büyükada'da bulutların izinde
Palmiyeler, erguvanlar, çınar ağaçları, çam kokusu, zarif ahşap köşkler, konaklar... İnce işlemeleri, oymaları, kapıları, kemerleri, cumbaları ve bahçeleri ile ada evleri, sizi bugünkü kaba beton yığınlarından çekip alırken; kendi zamanlarının kibarlığı içinde himaye ediyor.
1899’da mimar Mihran Azaryan’ın tasarladığı iki katlı iskeleye yanaşınca ‘İstanbul’ isimli şehir hatları vapuru, yüzünüze vuran huzur ve özgürlük duygusuyla karaya ayak basıyorsunuz. Günlük sorunları da Marmara Denizi’ne kuzeyden esen sert, soğuk poyraz rüzgârıyla suya bırakıyorsunuz aynı anda…
Mutluluk Destinasyonu, Heybeliada’dan sonra Büyükada’da tarihin adımlarını takip ediyor. Prens Adaları’nın birincisi olan 4,5 kilometreye 1,5 kilometrelik ada, Osmanlılar’ın İstanbul’da fethettiği son kara parçası olma özelliğini taşıyor.
15 milyonluk nüfusu, 39 ilçesi ve bin 500 kilometrelik yüzölçümü ile devasa şehrin en güzel caddesi Büyükada’da karşımıza çıkıyor. Mesleki temponun o gün için sırtımızda ağırlık yaparak dizlerimizi zorladığı saatlerde, adalılar gibi yorgunluğu vapurda uzanarak atamayıp misafirliğimizi de belli ederek, konaklayacağımız otele giderken keşfediyoruz Çankaya Caddesi’ni… Masumiyet günlerinden kalma, bakir güzellikteki cadde üzerinde adeta kırmızı halı gibi uzanan yapraklara basmaya kıyamayıp ilerlerken bir eski konaktan dönüştürülmüş Çankaya Hotel’e ulaşıyoruz.
Adeta biri diğerine nispet yapan güzellikteki, birbirinden muhteşem konaklara, sanki Büyükada’nın vals sahnesi Çankaya Caddesi üzerindeki Con Paşa Köşkü, Yelkencizade Köşkü ve Fabiato Köşkü’ne komşu balkonumuzda aşk tazeliyoruz Albanita ile… Naif yapısı, şık görünümüyle butik otel, samimiyet ve huzurla çepeçevre sarılmış duruyor. Gecenin sesleri, yaprakların hışırtısı, martıların sesleri, rüzgârın penceredeki uğultusu, faytonların demirle çevrilmiş tahta tekerlerinin asfaltta bıraktığı sesler, atların çıngırakları, nal sesleriyle rüyalara dalıyoruz az sonra…
Çalıkuşu ve Yaprak Dökümü’nün yazarı Reşat Nuri Güntekin’in kızı Ela’nın elini tutarak gezdiği Büyükada’nın yollarında, yeni günün ilk ışıklarıyla bordolu çocuk ve Albanita el ele yürüyor. İhtişamlı konaklar, köşkler; utangaç, soyluluğun getirdiği bir asalet ile mahremiyetlerine bağlı sıralanıyor. Yokuşlar inip çıkıyoruz. Bu arada bir fayton rüzgar gibi yanımızdan geçiyor. Az ileride şehirdeki memuriyetine giden beyler, hanımlar telaşlı, sabah vapuruna yetişmeye çalışıyor. Büyükada İskelesi’nin renkli vitray camından süzülen gün ışığı, yolcuların üzerine vuruyor.
Albanita ile dumanı üzerindeki sabah kahvesini kıyıdaki kafelerden birinde içerken, gazete manşetlerine, sosyal medyadaki gündeme göz ucuyla bakıyoruz. Saat Kulesi ile süslü küçük meydandaki insanlar farklı istikametlere hep aynı aceleyle ilerliyor, kalabalık hiç azalmıyor. İnsanların paniği ve saate bakarak; ‘zamanı durdurabilme’ kudretine sahip olmayı istiyorum. Meydandaki bisikletçiler, faytoncular Büyükada’yı gezmek için alternatif oluştururken; bize esaslı bir gezi için ayaklarımız yetiyor.
Kâgir konakların, korunaklı köşklerin arasında yükseliyor Büyükada’nın ibadethaneleri… Her din için kollarını açmış burada, 1892’de Sultan II. Abdülhamid Han tarafından yaptırılan ile aynı olan Hamidiye Camii, 963’te inşa edilen Aya Yorgi Manastırı, 17. Yüzyıl yapısı Aya Nikola Manastırı, İsa Tepesi’ndeki aynı adlı manastır, Meryem Ana, San Pasifico, Demetrius ve Astvazazin kiliseleri ile bir de sinagog omuz omuza duruyor. İbadethanelerin haritası, Büyükada’nın aidiyeti ve kimliği hakkında hemen fikir veriyor. Hâl böyle olunca Büyükada’nın Rumca adının ‘Prinkipos’ olduğunu satır arasına sıkıştıralım.
Bütün bu yapılar içinde Demetrius Kilisesi, bütün adalar için piskoposluk merkezi olarak diğerlerinden ayrışıyor. Öte yandan Büyükada’daki Hamidiye Camii’nin, Beşiktaş’taki Hamidiye Camii ile ‘ikiz kardeş’ olduğunu da hatırlatalım.
Etrafını saran tellerin arasında bile güzelliğini koruyan Büyükada Rum Yetimhanesi bugün ziyaretçilerine ‘kapalı’ olsa bile dünyanın en büyük mono plak ahşap yapısı olarak 120 yıldır ayakta duruyor. Aslında otel olarak planlanan hatta bir bölümü kumarhane olarak düşünülen yapı, tutucu Rumlar tarafından Büyükada’nın dokusunu bozacağı rahatsızlığıyla dönemin iradesine arz edilir. Abdülhamid Han otel olmasına müsaade etmeyince, 1903’te yetimler için tahsis olur. Bir dönem kırık dökük yetim çocuklarının sesleriyle cıvıl cıvıl yetimler tepesinde, şimdilerde ölümcül bir sessizlik yankılanıyor.
Aya Yorgi Tepesi’ndeki küçük lunaparkta çocukça duygular hissedebilir. Burada ayrıca eşekler ile natürel hisler de yaşayabilirsiniz. Aşağı doğru 800’den fazla tarihi köşk uzanıyor.
Ahşap panjurları, zarif cumbaları, beyaz ve pembe zakkumlarıyla yazar ve şair Reşat Nuri Güntekin Müze Evi, Sedef Adası’na bakıyor. Geniş terasından denize bakınca, yazarın romanlarını kağıda döktüğü mürekkebin kokusu burnumuza geliyor. Zaman zaman daktilo sesleri de duyuluyor adeta.
Son ferdi de 2008’de vefat eden Sabuncakis Köşkü görkemli görünümüyle gözlerimizi kamaştırıyor. Pencerelerinde gönye ve pergel sembolü bulunan burası, ‘mason’ bağlarını dışa vuruyor. Altın varaklı ışıldayan göz, dünyaya hükmettiğini işaret ediyor. Mermer köprülü girişi ve soğan biçimindeki kubbesiyle, çam ağaçları ve palmiyeler arasındaki beyaz ahşap konak, masallardan taşmış gibi duruyor. Zamandan ve mekandan kopmuş kendi başınalığı ise hüzünlü bir hayaleti andırıyor.
Gümüşî kubbeleri ve kırmızı ahşap panjurlarıyla, ada vapuru Büyükada’ya yaklaşırken, ilk fark edilen yapı olan Splendid Oteli, şair Edhem Efendi’nin biraderlerinden mareşal Kâzım Paşa’ya aittir. Askerlikte en yüksek rütbedeki generalliğe ulaşan Kâzım Paşa, 1909’da emekli olduktan sonra Cannes’te gördüğü otellerden ilhâmla, Büyükada’da işletmeciliğe başlar. Bu arada şair Edhem Efendi’nin diğer biraderi, mareşal Kâzım Paşa’nın diğer kardeşinin Esad Efendi’nin de sadrazam, yani ‘başbakan’ olduğunu hatırlatalım. Otel, Balkan Savaşları esnasında sıhhiye yetersiz kalınca, bir dönem hastane olarak da hizmet vermişti. Büyük şair Yahya Kemal’in Splendid Otel’in bilinen en meşhur müşterilerinden biri olduğunu not edelim.
Hava soğuk olabilir; ancak bu, birkaç nesildir Büyükada’da dondurma satan Roma Dondurmacısı’na vefa göstermemize engel değil. Albanita’nın muhalefetine rağmen, kadirşinaslığını ortaya koyan bordolu çocuk, dışarıdaki ‘11 derece’ soğukla dondurmanın soğukluğunu birbirine karıştırıyor.
Bodrum’u ve mavi yolculuğu meşhur eden Cevad Şakir Kabaağaçlı, nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı’nın yaşadığı Büyükada’ya akşam çökünce, Marmara Denizi’nin kıyısında çakırkeyif saatler başlıyor. Deniz mahsulleri ile marka olan restoranda, malt ve anason kokuları karışıyor. Yıllar evvel emekli olmuş, kendi halindeki, varlıklı Rüstem Bey, her akşam yaptığı gibi yine kapıya yakın bir masaya oturmuş ve gelenleri içten selamlamalar ile karşılayarak, bir anlamda yalnızlığını hafifletiyor. Masadaki tabaklarda taze balıkların, lezzetli mezelerin güzelliği, yemeden gözleri doyuruyor. Fedon’un orta solisti Yorgo Bey’in, sanki sadece kendisini eğlendiren sahne performansı eşliğinde, oysa yalnızca Albanita’nın güzelliğine odaklanmış olarak, dolayısıyla Greek tarzı şarkıları aslında dinlemeyerek geceyi ediyoruz. Suda yakamoz mutluluk ile dalgalanıyor. Ay ışığına gölgemiz vuruyor. Size de artık en yakın tarihte bir ‘Büyükada seyahati’ görünüyor.
Büyükada - Mutluluk Destinasyonu |
1899’da mimar Mihran Azaryan’ın tasarladığı iki katlı iskeleye yanaşınca ‘İstanbul’ isimli şehir hatları vapuru, yüzünüze vuran huzur ve özgürlük duygusuyla karaya ayak basıyorsunuz. Günlük sorunları da Marmara Denizi’ne kuzeyden esen sert, soğuk poyraz rüzgârıyla suya bırakıyorsunuz aynı anda…
Büyükada - Mutluluk Destinasyonu |
Mutluluk Destinasyonu, Heybeliada’dan sonra Büyükada’da tarihin adımlarını takip ediyor. Prens Adaları’nın birincisi olan 4,5 kilometreye 1,5 kilometrelik ada, Osmanlılar’ın İstanbul’da fethettiği son kara parçası olma özelliğini taşıyor.
Büyükada - Mutluluk Destinasyonu |
15 milyonluk nüfusu, 39 ilçesi ve bin 500 kilometrelik yüzölçümü ile devasa şehrin en güzel caddesi Büyükada’da karşımıza çıkıyor. Mesleki temponun o gün için sırtımızda ağırlık yaparak dizlerimizi zorladığı saatlerde, adalılar gibi yorgunluğu vapurda uzanarak atamayıp misafirliğimizi de belli ederek, konaklayacağımız otele giderken keşfediyoruz Çankaya Caddesi’ni… Masumiyet günlerinden kalma, bakir güzellikteki cadde üzerinde adeta kırmızı halı gibi uzanan yapraklara basmaya kıyamayıp ilerlerken bir eski konaktan dönüştürülmüş Çankaya Hotel’e ulaşıyoruz.
Büyükada - Mutluluk Destinasyonu |
Adeta biri diğerine nispet yapan güzellikteki, birbirinden muhteşem konaklara, sanki Büyükada’nın vals sahnesi Çankaya Caddesi üzerindeki Con Paşa Köşkü, Yelkencizade Köşkü ve Fabiato Köşkü’ne komşu balkonumuzda aşk tazeliyoruz Albanita ile… Naif yapısı, şık görünümüyle butik otel, samimiyet ve huzurla çepeçevre sarılmış duruyor. Gecenin sesleri, yaprakların hışırtısı, martıların sesleri, rüzgârın penceredeki uğultusu, faytonların demirle çevrilmiş tahta tekerlerinin asfaltta bıraktığı sesler, atların çıngırakları, nal sesleriyle rüyalara dalıyoruz az sonra…
Büyükada - Mutluluk Destinasyonu |
Çalıkuşu ve Yaprak Dökümü’nün yazarı Reşat Nuri Güntekin’in kızı Ela’nın elini tutarak gezdiği Büyükada’nın yollarında, yeni günün ilk ışıklarıyla bordolu çocuk ve Albanita el ele yürüyor. İhtişamlı konaklar, köşkler; utangaç, soyluluğun getirdiği bir asalet ile mahremiyetlerine bağlı sıralanıyor. Yokuşlar inip çıkıyoruz. Bu arada bir fayton rüzgar gibi yanımızdan geçiyor. Az ileride şehirdeki memuriyetine giden beyler, hanımlar telaşlı, sabah vapuruna yetişmeye çalışıyor. Büyükada İskelesi’nin renkli vitray camından süzülen gün ışığı, yolcuların üzerine vuruyor.
Büyükada - Mutluluk Destinasyonu |
Albanita ile dumanı üzerindeki sabah kahvesini kıyıdaki kafelerden birinde içerken, gazete manşetlerine, sosyal medyadaki gündeme göz ucuyla bakıyoruz. Saat Kulesi ile süslü küçük meydandaki insanlar farklı istikametlere hep aynı aceleyle ilerliyor, kalabalık hiç azalmıyor. İnsanların paniği ve saate bakarak; ‘zamanı durdurabilme’ kudretine sahip olmayı istiyorum. Meydandaki bisikletçiler, faytoncular Büyükada’yı gezmek için alternatif oluştururken; bize esaslı bir gezi için ayaklarımız yetiyor.
Büyükada - Mutluluk Destinasyonu |
Kâgir konakların, korunaklı köşklerin arasında yükseliyor Büyükada’nın ibadethaneleri… Her din için kollarını açmış burada, 1892’de Sultan II. Abdülhamid Han tarafından yaptırılan ile aynı olan Hamidiye Camii, 963’te inşa edilen Aya Yorgi Manastırı, 17. Yüzyıl yapısı Aya Nikola Manastırı, İsa Tepesi’ndeki aynı adlı manastır, Meryem Ana, San Pasifico, Demetrius ve Astvazazin kiliseleri ile bir de sinagog omuz omuza duruyor. İbadethanelerin haritası, Büyükada’nın aidiyeti ve kimliği hakkında hemen fikir veriyor. Hâl böyle olunca Büyükada’nın Rumca adının ‘Prinkipos’ olduğunu satır arasına sıkıştıralım.
Büyükada - Mutluluk Destinasyonu |
Bütün bu yapılar içinde Demetrius Kilisesi, bütün adalar için piskoposluk merkezi olarak diğerlerinden ayrışıyor. Öte yandan Büyükada’daki Hamidiye Camii’nin, Beşiktaş’taki Hamidiye Camii ile ‘ikiz kardeş’ olduğunu da hatırlatalım.
Büyükada - Mutluluk Destinasyonu |
Etrafını saran tellerin arasında bile güzelliğini koruyan Büyükada Rum Yetimhanesi bugün ziyaretçilerine ‘kapalı’ olsa bile dünyanın en büyük mono plak ahşap yapısı olarak 120 yıldır ayakta duruyor. Aslında otel olarak planlanan hatta bir bölümü kumarhane olarak düşünülen yapı, tutucu Rumlar tarafından Büyükada’nın dokusunu bozacağı rahatsızlığıyla dönemin iradesine arz edilir. Abdülhamid Han otel olmasına müsaade etmeyince, 1903’te yetimler için tahsis olur. Bir dönem kırık dökük yetim çocuklarının sesleriyle cıvıl cıvıl yetimler tepesinde, şimdilerde ölümcül bir sessizlik yankılanıyor.
Büyükada - Mutluluk Destinasyonu |
Aya Yorgi Tepesi’ndeki küçük lunaparkta çocukça duygular hissedebilir. Burada ayrıca eşekler ile natürel hisler de yaşayabilirsiniz. Aşağı doğru 800’den fazla tarihi köşk uzanıyor.
Ahşap panjurları, zarif cumbaları, beyaz ve pembe zakkumlarıyla yazar ve şair Reşat Nuri Güntekin Müze Evi, Sedef Adası’na bakıyor. Geniş terasından denize bakınca, yazarın romanlarını kağıda döktüğü mürekkebin kokusu burnumuza geliyor. Zaman zaman daktilo sesleri de duyuluyor adeta.
Büyükada - Mutluluk Destinasyonu |
Son ferdi de 2008’de vefat eden Sabuncakis Köşkü görkemli görünümüyle gözlerimizi kamaştırıyor. Pencerelerinde gönye ve pergel sembolü bulunan burası, ‘mason’ bağlarını dışa vuruyor. Altın varaklı ışıldayan göz, dünyaya hükmettiğini işaret ediyor. Mermer köprülü girişi ve soğan biçimindeki kubbesiyle, çam ağaçları ve palmiyeler arasındaki beyaz ahşap konak, masallardan taşmış gibi duruyor. Zamandan ve mekandan kopmuş kendi başınalığı ise hüzünlü bir hayaleti andırıyor.
Büyükada - Mutluluk Destinasyonu |
Gümüşî kubbeleri ve kırmızı ahşap panjurlarıyla, ada vapuru Büyükada’ya yaklaşırken, ilk fark edilen yapı olan Splendid Oteli, şair Edhem Efendi’nin biraderlerinden mareşal Kâzım Paşa’ya aittir. Askerlikte en yüksek rütbedeki generalliğe ulaşan Kâzım Paşa, 1909’da emekli olduktan sonra Cannes’te gördüğü otellerden ilhâmla, Büyükada’da işletmeciliğe başlar. Bu arada şair Edhem Efendi’nin diğer biraderi, mareşal Kâzım Paşa’nın diğer kardeşinin Esad Efendi’nin de sadrazam, yani ‘başbakan’ olduğunu hatırlatalım. Otel, Balkan Savaşları esnasında sıhhiye yetersiz kalınca, bir dönem hastane olarak da hizmet vermişti. Büyük şair Yahya Kemal’in Splendid Otel’in bilinen en meşhur müşterilerinden biri olduğunu not edelim.
Büyükada - Mutluluk Destinasyonu |
Hava soğuk olabilir; ancak bu, birkaç nesildir Büyükada’da dondurma satan Roma Dondurmacısı’na vefa göstermemize engel değil. Albanita’nın muhalefetine rağmen, kadirşinaslığını ortaya koyan bordolu çocuk, dışarıdaki ‘11 derece’ soğukla dondurmanın soğukluğunu birbirine karıştırıyor.
Büyükada - Mutluluk Destinasyonu |
Bodrum’u ve mavi yolculuğu meşhur eden Cevad Şakir Kabaağaçlı, nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı’nın yaşadığı Büyükada’ya akşam çökünce, Marmara Denizi’nin kıyısında çakırkeyif saatler başlıyor. Deniz mahsulleri ile marka olan restoranda, malt ve anason kokuları karışıyor. Yıllar evvel emekli olmuş, kendi halindeki, varlıklı Rüstem Bey, her akşam yaptığı gibi yine kapıya yakın bir masaya oturmuş ve gelenleri içten selamlamalar ile karşılayarak, bir anlamda yalnızlığını hafifletiyor. Masadaki tabaklarda taze balıkların, lezzetli mezelerin güzelliği, yemeden gözleri doyuruyor. Fedon’un orta solisti Yorgo Bey’in, sanki sadece kendisini eğlendiren sahne performansı eşliğinde, oysa yalnızca Albanita’nın güzelliğine odaklanmış olarak, dolayısıyla Greek tarzı şarkıları aslında dinlemeyerek geceyi ediyoruz. Suda yakamoz mutluluk ile dalgalanıyor. Ay ışığına gölgemiz vuruyor. Size de artık en yakın tarihte bir ‘Büyükada seyahati’ görünüyor.
Etiketler:
Abdülhamit,
aya yorgi,
büyükada,
christmas,
kilise,
motor,
otel,
rezervasyon,
rum yetimhanesi,
tatil,
vapur,
yeni yıl,
yılbaşı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Çengelköy: Boğaz'ın kenarında asırlık bir çınar
Boğaziçi’nin esintileri, yalıların alt katına, cumbalı üst katlara misafir oluyor. Bahçesi “deniz” olan Muazzez Hanım Yalısı, Server Bey Ya...
-
İstanbul'un stresi, kalabalığı ve mesleki yorgunluk, insanların üzerine bir 'karabasan' gibi çöküyor. Hepimiz, başımızın üzerind...
-
Herkes tatile gitti, şehir sakinleşti. İstanbul’da kalmayı tercih edenler için Mutluluk Destinasyonu olarak sizin için 'keyifli' b...
-
Mutluluk Destinasyonu sizi bu hafta, sakin ve süslü bir adrese, Heybeliada ’ya götürüyor. Yanınıza sadece fotoğraf makinenizi alın, di...