istanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
istanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2021 Cuma

Çengelköy: Boğaz'ın kenarında asırlık bir çınar

Boğaziçi’nin esintileri, yalıların alt katına, cumbalı üst katlara misafir oluyor. Bahçesi “deniz” olan Muazzez Hanım Yalısı, Server Bey Yalısı, Baha Bey Yalısı ve Sadullah Bey Yalısı sıra sıra arz-ı endam ediyor. Mutluluk Destinasyonu bu hafta, ağaçların arasına saklanmış köşklerin, mütevazı ahşap konakların ve gölgesinde yaşlıların dinlendiği çınarların siluetini tamamladığı Çengelköy’de…  

Şehir Hatları vapuru iskeleye yanaştıkça, rıhtımdaki yolcuların yüzleri söylüyor “Çengelköy, en güzel Marmara Denizi’nden görülüyor.” Öyle ya ağırbaşlı, kahverengi kuleli Muazzez Hanım Yalısı, kıpkırmızı Server Bey Yalısı ve beyaz boyası deniz ile karışmış Baha Bey Yalısı, aynı anda başka nasıl görülebilir ki…

Muazzez Hanım Yalısı

1940’larda yazar Sabahattin Ali’nin bir odasını kiraladığı Baha Bey Yalısı’nda acaba hangi ‘büyük eser’ ortaya çıktı diye düşünürken; burada zaman zaman ağırladığı Bedri Rahmi Eyüboğlu ile ne ‘entelektüel sohbetler’ konu edildiğini konuşuyoruz. 

Bu sırada Albanita diyor ki; “Sadece Sabahattin Ali ve Bedri Rahmi Eyüboğlu değil, Ece Ayhan, Orhan Veli, Kemalettin Tuğçu, Orhan Seyfi Orhon da bu semtte yaşadı. Orhan Veli’nin İstanbul’u dinlediği yer tam olarak Çengelköy.”

Salgın etkisi ile sakin olan iskele ve çevresinde ‘umutsuzca’ olta atıyor balıkçılar… Rızkının peşindeki kedi, köpekler ise onların etrafında boşu boşuna volta atıyor. Bankları kaldırılan iskele meydanındaki ihtiyarlar buldukları yere oturmuş, sessizce gönlündeki sıkıntıları alıp götürmesini bekliyor, vurdukça kıyıya suların… Çengelköy Karakolu’nun önündeki Ahmed Ağa Çeşmesi asırları deviren güzelliğiyle hâlâ aynı duruyor. Yivli gövdeli, kocaman lahana külahlı çeşme pek benzerine rastlayamayacağınız ihtişamıyla dikkat çekiyor.

Martıları besleyenlerin Albanita ve Bordolu Çocuk gibi burada misafir oldukları hemen kendisini ele veriyor. 

Çengelköy’den Kuleli’ye doğru yürüyünce, Sumahan ve “Aya Yorgi Kilisesi” gelenleri selamlıyor. Kilise sırtlarında eski tarihlerin birinde, Düşkün Kadınlar Manastırı’nın yükseldiğini kitaplardan biliyoruz. 

Sumahan

Albanita bunun üzerine Bordolu Çocuk’a dönerek, “Balat gibi, Çengelköy’de de Ortodokslar için kutsal kabul edilen Işıklar Bayramı’nda haç çıkarma töreni yapılıyor. Böylece Hazreti İsa’nin vaftiz oluşu kutlanıyor” diyor.

800 yıldır altında soluklanıp çay yudumlayanlara gölgelik veren çınarın etrafındaki masalar toplanmış, sandalyeler ters çevrilmiş… Oturmak için sıra bekleyeceğiniz deniz seviyesindeki çay bahçesi salgın ile ıssızlığa bürünürken; ‘yalnız çınar’ hüzünlü duruyor, asırlardır hiç olmadığı gibi. 


Çengelköy’de kıvrılarak dev nehir gibi uzanırken Boğaziçi, bu sırada Kaptan-ı Derya Abdullah Ağa Camii’nden yükselen ezanlar, Çınaraltı’ndaki boşlukta dağılıyor. Çengelköy’de deniz kokusuyla büyüyenler arasında dostluk var. Her ne kadar oltalar boş çıksa da denizden, balıkçılar sokak hayvanlarını besliyor. Albanita ile Bordolu Çocuk ise sadece “Semtimize hoş geldiniz” diye sevgi gösteren bir köpeği doyurmak için telaşla yollara dökülürken; aldıkları mamaya pek teveccüh gösterilmiyor patilerin sahiplerince…

Çengelköy’ün ilk adı Protos Dikos, yani “Birinci Koy” anlamına geliyor. 11. Yüzyıl’da dinî bir merkez olunca; patrikliğe aday olan kişilere verilen ‘Singelos’ unvanından Singeluhora’ya, Singelköy’e ve sonunda Çengelköy’e dönüşmüş. Semtin adıyla ilgili rivayetlerin biri de Fatih Sultan Mehmed Han’ın Bizans Dönemi’ndeki gemilerin çengellerini görerek bu adı verdiği yönünde… 

Süper Baba

90’lar efsanesi Süper Baba dizisinin çekildiği doğal plato Çengelköy, deniz kıyısında serilmiş uzanıyor gibi… II. Mahmut Çeşmesi, ‘semt zenginliği’ olarak fark ediliyor. Çeşme başında tarihî fırından aldıkları börekleri yiyen bir grup genç şakalaşıyor. 

Osmanlı Dönemi’nde 16. Yüzyıl’dan itibaren bir sayfiye, av ve mesire yeri olan semt, 19. Yüzyıl’da vapur seferleri başlamasıyla insan kalabalıklarını yüklenmiş. 


Mezarlığa çıkan yol, Kemalettin Tuğcu’nun adını taşıyor. 200’den fazla roman ve Yeşilçam’ın bir döneminde iz bırakan ‘Ayşecik’ filmlerinin ilkinin senaryosunun yazarı, semtin simgelerinden biri… 

Kemalettin Tuğcu Sokak’tan geçip Kerime Hatun Camii’nden yukarıya yapacağınız yürüyüş sizi Devlet Konukevi’ne ulaştırıyor. Yani Ece Ayhan’ın “Deniz ve vapurlar hemen ayak altındaydı” diye anlattığı, Orhan Veli’nin İstanbul’u ‘gözleri kapalı’ dinlediği meşhur tepeye… 

Tepedeki ilk köşk, Osmanlı Devleti’ndeki ünlü sarraf ve banker “Agop Köçeoğlu” tarafından yaptırılmış. Köşk, daha sonra Sultan Abdülaziz Han’ın mülkü olmuş. 

Kalantor Sokak’taki yüksek duvarların ardında ve yeşilliklerin arasındaki ‘köşk ve ahşap evler’ gerçekten görülmeye değer ve unutulmaz. Albanita ile Bordolu Çocuk, Macar Fevzi Mehmet Paşa Köşkü’nden gözlerini alamıyor. 

Yakınlardaki Babil Kitap ve Kafe Çengelköy’ün de Necip Fazıl Kısakürek ile millî şair Mehmet Akif Ersoy’un uğrak yeri olduğunu anmak gerekiyor. 

'Filibe’ asıllı olan meşhur Köfteci Recep Usta’da mutlaka bir şeyler yemenizi de naçizane tavsiye ediyoruz. Burası daha 60’larda bile asfalt olmayan Çengelköy’ün geçirdiği değişimlerin en canlı tanığı olan bir işletme, doyumsuz köfteleri yerken; gün görmemiş hatıraları da dinleyebilirsiniz. Çengelköy’deyken fark edeceksiniz ki; pahalı rezidanslar, ultra lüks siteler, yüksek duvarların ardındaki villaların sahteliği yanında, “mahalle aslını” koruyan kültür en sahicisi… 

Belki yıldızların altında ortaoyunu seyredilmiyor artık. Hristiyanların ‘Büyük Perhiz’ öncesi düzenledikleri karnavallardaki kahkahalar yükselmiyor daha… Hatta masaların arasından sokağa taşan sesiyle tambur çalınan lokantalar da yok belki… Ama Çengelköy hâlâ babaannenizin sandıktan çıkardığı beyaz sabun kokulu örtü gibi…

4 Aralık 2020 Cuma

Christmas in Turkey

Istanbul is likely not the first place that comes to your mind when you think about where to spend Christmas. Yet, against all odds, this megapolis will give you everything that Christmas is all about: warmth, kindness, love and of course great food.

As the winter sets in, we know that the most awaited festival is approaching. And, this season of the festival is going to last long from welcoming Santa Claus to celebrating the beginning of a new joyous year. And, if you wish to escape the snow and chilly weather, there is no better way than celebrating Christmas in Turkey.


4 Reasons Why Istanbul Is a Nice Christmas Destination

You’ll find plenty of Christmas trees, lights and even an occasional Santa Claus. Not that Turks celebrate the birth of Christ; they’re just gearing up for New Year celebrations. But the atmosphere leading up to that day is similar to what you’re used to for Christmas in the West.

In Istanbul, December 25th is business as usual. In other words, Istanbul spends the festive season in much the same way as it always does: bustling and at your service. Not only are all the historic sights open, on top of it they are fairly quiet with pretty short queues.

If you wish to attend a special Christmas mass, that’s no problem. Just go to Anthony of Padua, the largest Catholic church in Istanbul. It’s located on Istiklal Caddesi, on your left as you walk from Taksim towards Tünel. On foot it will take about 20-25 minutes. To be on the safe side, please check out mass hours at least a day beforehand.

Istanbul’s New Year celebrations are famous. On New Year’s Eve Istanbul is at full swing with restaurants, cafes, bars and night clubs fully booked. And if you prefer to celebrate outdoors, head for Nişantası‘s giant street party.

The history behind Santa and Turkey

Santa Claus 'known as "Noel Baba" in Turkish which means "Father Noel"' lived in the fourth century A.D. in a place known as Patara on the southwestern coast of what was then the Byzantine Empire. His name was Nicholas and he was the son of a very rich family. When his parents passed away, Nicholas inherited a fortune. Later, he became the bishop of Myra, a town further up the coast from Patara, which is now called Demre. Being a generous and big-hearted man, Nicholas used to climb on the rooftops of people's houses and drop coins down their chimneys. When a citizen caught him in the act, his identity was revealed to the town and so the fairytale of the giving character Santa Claus began.

After Nicholas's death, a memorial was erected in the town and he was later canonized as a saint, which is why he is referred to as Saint Nicholas. Dec. 6 became associated with the feast of St. Nicholas and years later, a bishop declared Dec. 25 as Jesus's birthday. Over time, the two celebrations began to be fused together. The Church of St. Nicholas is now located in the town of Demre in Antalya and special celebrations are held on Dec. 6 to honor him.


12 Haziran 2020 Cuma

İstanbul'un en yalnız kilisesi

Hüznü bir zevk edinenlerin yaşadığı İstanbul'u belki de bir zamanlar sahip olduğu şeyleri kaybettiği için seviyoruz. Bu yüzden zamanlara arada düğüm atıyoruz ki; 'ömür' dedikleri iplik tekdüze gitmesin, geçmiş günler zevkle hatırlansın, gelecek günlere umut kalsın istiyoruz. Hayatımıza bir anlam verme telaşı içinde Mutluluk Destinasyonu olarak şehrin tenha olduğu bugünlerde, Balat'ın otantik sokaklarına karışıyoruz.


İstanbul'un körfezi olan Haliç'in kıyısındaki semtte, Bizans Sarayı'nın izlerini sürerek zamanlar arasında geçiş yapıyoruz. Rumca kelime anlamıyla "saray" demek olan Balat'ta, geçmişin görkemli, ışıltılı günlerinden izler arıyoruz. 11. Yüzyıl'dan kalma sarnıçları, dehlizleri dinleyerek merdivenli ve dik yokuşları takip ediyor, Bizans Sarayı'na çıkıyoruz.


9. Yüzyıl'dan miras kalan Ayia Thedosia Kilisesi'nden sabah duaları ve kötü ruhları kovan ayin sonrası kesif bir tütsü, aroma terapi için de kullanılan 'günlük ağacı' kokusu taş sokaklara dağılıyor. Heybetli kilise yerinde şimdilerde 'Gül Camii' yükseliyor.


Bu sırada Albanita diyor ki; "1453'te büyük savaş yapılırken; Rumlar ellerindeki çiçeklerle burada toplanmış, Konstantinopolis düşmesin diye güllerle süsledikleri Ayia Thedosia'da dua etmişler." İşte 'Gül Camii' adı buradan geliyor. Albanita sözüne devamla, "Hatta fetih tamamlandığında askerler şehre girip gülleri görünce büyük bir şaşkınlığa kapılmışlar" diyor.


Son Bizans İmparatoru XI. Konstantin, Gül Camii'nin altında yatıyor
. Surları savunurken verdiği mücadele yine kulaklarda çınlıyor.


Bir asır önce İstanbul'da 60 kadar Rum okulu varken; bugünlerde bir el parmakları kadar yok. Balat'ın kapı komşusu Fener'deki Rum Lisesi hâlâ eğitim vermeyi sürdürüyor. Genç kızların genç erkeklerin, son kral Dragases'in acı yüklenen çığlıklarına kaygısızca gülüşmeleri duyuluyor.


Biraz gerideki Rum Patrikhanesi'nin kapalı tutulan 'ana giriş' kapısı siyahlar içinde matem çağrıştırıyor. "Boşuna değil" diyor Albanita, "1821'de Mora Yarımadası'ndaki isyanlardan V. Gregorios sorumlu tutuluyor ve patrik, giriş kapısında asılıyor. Burası matem kapısı olarak kalıyor."


Duvarında 'çift başlı' Bizans kartalı dikkat çeken patrikhane içinde Aya Yorgi Kilisesi bulunuyor. Kapadokya'da doğan gemicilerin azizi St. George'a atfedilen kilise, 1720'den bugünlere gelmeyi başarıyor. Roma ve İstanbul'da bulunan batı ile doğu kiliseleri 'büyük şüphe' ile 1054'te ayrılınca; azizler patrik Vasilis, Gregorios ve Yuhanna'nın rölikleri, Rum Patrikhanesi'nde kalıyor; bugün de dindarlara açık bulunuyor.


Fener Patrikhanesi
'ndeki gül ağacından ikonostasion 40 yılda tamamlanabilirken; Hz. İsa'nın hayatından ikonalar ve azizlerin lahitleri üzerinde yer alıyor. Eğer Bizans Dönemi'ndeki kiliselerin en parlak günlerinde nasıl olduğunu merak ediyorsanız, burada görülüyor.

Altın ikonalar gün ışığıyla parlarken; mütevazı diğer dekorasyon öğeleri ile tezatlık oluşturuyor. Yan nartekste tabutların içinde azizeler Theofano, Solomoni ve Eufemia'nın rölikleri bulunuyor. 


Rum Patrikhanesi'ni geride bırakıp Panayia Muhliotissa'ya, yani Meryemî Kilisesi'ne varıldığında; "Hiçbir dönemde camiye dönüştürülmemiş tek kilise" olduğu öğreniliyor. Çünkü yedi tepe İstanbul'un dördüncü tepesindeki Fatih Camii'nin 'atik Sinan' denilen Rum mimarı Khristodulos, padişah Mehmed Han'dan "Cemaatimizin ibadet yeri, kilise olarak kalabilir mi" diyerek ricacı oluyor. Bununla ilgili Sultan II. Mehmed'in fermanı, Fener Patrikhanesi'nde; kopyası ise 1261'de yapılan Bizans prensesi Maria Kilisesi'nde 567 yıldır duruyor.


Prenses Maria'nın, İstanbul'u Latinlerin elinden geri alan imparator Michael Paleologos'un kızı olduğu tarihi kayıtlarda yazıyor.
Yaşadığı dönemin en güzel kadını olan Maria'dan masalları aratmayacak bir hikâye okumak istenir; ama gel gelelim ardında acıklı bir aşk öyküsü bırakıyor. Acımasız hükümdar, annesini öldürdüğü Maria'nın bağlılığına şüpheyle bakıyor; tavizler sayesinde de güzel prenses özgür büyüyor.


Ayvansaray'ın sırtlarındaki Bizans Sarayı'nın meşaleler ile aydınlatılan dehlizlerinden geçip Galata'ya kadar varan genç prenses, Konstantinopolis'i keşfetmekten büyük keyif alıyor.
Kaçışlarından birinde hayatının aşkı antikacı Carlos'la tanışıyor. Büyük aşk başlıyor; ama hüzünlü bitiyor.


Şehri etkisi altına alan yangın çıktığında yüzünün yarısı yanan, bir gözünü kaybeden Maria, telaşla Carlos'a koşuyor.
Soylu olmayan bir aile çocuğu ile prenses arasındaki aşktan haberdar olan imparator, Carlos'un kellesini istiyor. Bizans Kralı, annesinden sonra aşkını da elinden aldığı Maria'yı diplomatik ilişkiler için 'piyon' olarak kullanıyor. 

Kral VIII. Michael, Bizans İmparatorluğu için hep engel ve tehdit olan Moğollar'a kızı Maria'yı "gelin" olarak veriyor. Ancak kaderin cilvesi o ki; kral Hülagû Han müstakbel eşi Maria, Moğolistan'a gelmeden hayatını kaybediyor. Develer üzerinde günler süren yolculukla Konstantinopolis'ten Bağdat'a gelmişken geri çevrilmeyen genç prenses, Hülagû Han'ın oğlu Abaka Han'la evlendiriliyor. 15 yıllık evliliğin sonunda Abaka Han da vefat edince; Maria "kağan" ile evlenmiş bir prenses olarak başkasıyla evlenemeyeceği için Konstantinopolis'e dönüyor, Panayia Muhliotissa'nın manastırında hayatının kalanını geçiriyor.


Annesini, sevgilisini, gözünü, gençliğini ve mutluluğunu yitiren, zorla evlendirilerek bozkırlara yollanan Bizans Prensesi, İstanbul’un Fatih’i Sultan Mehmed’in Rum mimarı tarafından “kilise” olarak korunmasını sağladığı Panayia Muhliotissa'da bulunduğu süre içinde kendisini dine veriyor. Tüm varlığını, İstanbul'un kurucusu Agios Konstantinos, annesi Agia Eleni'nin ve 'kutsal' sayılan haç ikonografisi karşısında; Tanrı'ya ve İsa'ya adayıp yaşamının anlamını bulmaya çalışıyor.


Moğolistan'da da 'misyonerlik' faaliyetleri yürüterek Hıristiyanlığı yaymaya çalışan Maria, kadın ve çocuklarla yakından ilgileniyor.
Yaptığı iyilikler ve hayır çalışmaları nedeniyle "Doğu'nun Meryem'i" veya "Moğolların Meryem'i" olarak anılmaya başlıyor.

Bu yüzden de buraya; "Moğolların Meryemi Kilisesi" deniyor. Bizans Sarayı'ndan bugüne kalan acıklı hikâyeler, Mutluluk Destinasyonu ile sizlere kadar ulaşıyor. Bizans'ın giriş kapısı Balat ise Haliç'in kıyısında duruyor; siz de gidip Maria'nın aşkının izlerini sürebilirsiniz.

1 Mayıs 2020 Cuma

Yok edilmek istenen cennet "Salda"

İnsanları evlerine hapsederken; “virüs tedirginliği ve gelecek belirsizliği” yaşatarak, ‘tahammülsüzlük’ hissettiren korona salgını, ruh sağlığını bozdu. Geçici anksiyete için Mutluluk Destinasyonu olarak sizlere bir önerimiz var. Salgın sonrası rehabilitasyonu için Salda Gölü, huzurlu bir kaçış rotası olabilir.

Yakın geçmişte iktidar ile muhalefet temsilcilerini karşı karşıya getiren ‘yapılaşma’ tartışmalarını bir kenara bırakırsak; Salda Gölü berrak bir su, tertemiz bir kumsal vaat ediyor. Türkiye’nin en derin üçüncü gölü olarak da bilinen Salda, “Maldivler” ve “Bahamalar” ile benzerlikler taşıyor.

‘Göller Yöresi’ Burdur’un Yeşilova ilçesine girince, 4 kilometre sonra göl ile göz ilişkisi başlıyor. Doyumsuz flört, ilk temas ile insanın ruhuna işliyor, kristalize duygular yaşanıyor. Çam ormanlarının kıyısındaki Salda Gölü’nün yapısı, Mars’ın toprağına dünyadaki en yakın kara parçası sayılıyor.

45 kilometre alan ve 185 metre derinliğe sahip ‘turkuaz’ rengiyle Salda Gölü, canlı organizmaları, kendine özgü endemik balık türü ve 111 kuş çeşidi için ‘yuva’ olmasıyla diğerlerinden ayrışıyor. Doğal güzelliği, doğal varlığıyla misafirlerini daha ilk adımında kendisine hayran bırakan Salda Gölü’nün eşiğindeki kumlara yalın ayakla bile basmaya kıyılamıyor.

Albanita’nın dediğine göre; “Subjektif bir yorum değil; Türkiye’de daha temiz bir kumsal ve daha şeffaf başka bir su yok.” Buğulu bir beyazlık uzanıyor Salda Gölü’nde boydan boya… Süt beyazı bir masumiyet yayılan kumsalına nispetle, göl suları ‘renk skalası’ gibi bir cümbüş içinde salınıyor. İlk bakışta kumsal bembeyaz, göl masmavi belki; ama Salda Gölü’nde aşk tazelerken, daha doğru ifadesiyle, yüzünce vücudunuzu saran su, renk içinde renkler ve ışıklar da sunuyor. Burada su, çeşmelerden içiliyor. Pet şişe ile satılanlar, “satımsu” tamlamaması ile ‘satılan su’ manasıyla küçümseniyor.

Temizliğinden ziyade; Salda Gölü’ndeki su minarelleri “şifa kaynağı” olarak anılıyor. Öyle ki; ‘Göl suları, pek çok cilt hastalığı, eklem ağrılarına iyi geliyor; tecrübe ile sabit’ diye açıklanıyor. Doğa harikası buralara, insanlar yalnızca tatil için değil; ‘sağlık turizmi’ için de geliyor. Çamur banyosu yapanlar, yamaç paraşütü yapanlar, kayak yapanlar Salda Gölü’nün ezber fotoğrafları arasına katılıyor.

Göl, yaz aylarındaki sıcaklarda içinizi serinletirken; kış mevsiminde ise ruhunuzu ısıtıyor. Zira göz kamaştıran kristalize görünümüyle Salda Gölü’ne bakarak; soğuk ve kar yağışlı günlerde kayak yapılıyor. Göl kenarındaki sevimli butik otellerin birinde Albanita ile Bordolu Çocuk pencere kenarında, sıradan, küçük, dertsiz ve basit şeyler üzerine konuşuyor. Fincanlardaki sıcak kahvenin dumanıyla gökyüzündeki ay buğulanıyor, dakikaların huzuru alınıyor Salda Gölü’nde. 

Eşeler Dağı tarafındaki patika yoldan aksıra tıksıra bir motosiklet geçiyor. Bungalovların oradan romantik bir müzik yükseliyor, ateş böceği vızıldıyor kumsal boyunca, çalılıkların arasındaki çekirgelerin sesleri duyuluyor.

Çam ağaçlarına yaslanmış kamp alanlarındaki ateşin çıtırtısı, metrelerce uzakta, bambaşka bir yerde konaklayan Albanita ile Bordolu Çocuğu bile dinlendiriyor. Dağ zirvesinden günbatımı, tarihin izlerini ele veriyor. Antik kalıntıları ile Deynus Kalesi’nin taşlarında geçmiş zamanların sesi çınlıyor.

Ahenkli sesler içinde alabildiğine terapi olarak, tüm kötülüklerden uzaktaki bakir bu yerde birkaç günlük “ıssız” bir tatil yaşanıyor. Salda Gölü kıyısında havanın da kararmasıyla Albanita ve Bordolu Çocuk, akşam yürüyüşüne çıkıyor. Ayaklarına dolanıyor billur göl suyu… Gündüz su sporlarının da yapıldığı Türkiye’nin güneybatısında sadece fotoğraf çekmek için bile bulunmak yadırganmıyor. Çünkü binlerce insan, yalnızca fotoğraf çekiyor ve dönüyor.

Salda Gölü temizliğinin yansıması olan hoşgörüsüyle pırıl pırıl kumsalları ve berrak sularının kıymetini bilenleri de ağırlıyor, her güzelliği yok eden gösteriş meraklılarını da. Öyle ki kumlarına çıplak ayakla basmaya kıyamayan Albanita ile Bordolu Çocuğu da “Jeep Safari” yapanları da konuk ediyor Düden Çayı’nın deltası… Öyle ki doğayı yenmek için kararlı olan insanların lüks araba ve pahalı motosikletlerini ‘göl suyu’ ile yıkamasına bile ses etmiyor Salda Gölü, kadim bir dost eliyle. 

Doğanbaba ve Kayadibi köylerindeki kıyılar, “Severken öldürmek” deyimini hatırlatıyor. Göl ticareti yapanlar, doğayı paraya açıyor; basitliğin numunesi çadırlarını alan buraya koşuyor. Bilim, Mars’ın toprağıyla kıyaslaya dursun; Millet Bahçesi ile ‘beton’ giren yere bunca hücum ‘doğal müze’ hüviyetindeki Salda’yı öldürüyor.

26 Mart 2020 Perşembe

İstanbul’un doğal fotoğraf platoları


Son yıllarda sosyal medya ile yatar, sosyal medya ile kalkar olduk. Herkes amatör birer fotoğrafçı haline geldi. 
Mutluluk Destinasyonu
Ama şimdi size vereceğimiz adreslere gittiğinizde amatör bir fotoğrafçı bile olmanıza gerek kalmayacak. Zira sadece deklanşöre basmanız bile, muhteşem fotoğraflar çekmenize yetecek. Mutluluk Destinasyonu bu hafta, tam da Instagramlık fotoğraflar çekebileceğiniz, İstanbul’un doğal fotoğraf platolarına götürüyor sizleri.

BALAT
Mutluluk Destinasyonu
Renkli evleri, evleri kadar renkli insanları, otantik kafeleri ve tabii ki yüzyıllara meydan okuyan Arnavut kaldırımlı sokakları ile Balat, fotoğrafçılar için bulunmaz Hint kumaşı desek yeri.

SALT GALATA
Mutluluk Destinasyonu
Levanten mimar Alexandre Vallauri’nin Bank-ı Osmanî-i için yaptığı bu binada neoklasik ve oryantalist öğeleri bir arada bulmak mümkün. Üstelik giriş ücretsiz. Çekeceğiniz fotoğrafların Instagram’da beğeni rekoru kıracağını garanti edebiliriz.

KARAKÖY SOKAKLARI
Mutluluk Destinasyonu
Işıl ışıl sokakları, birbirinden tarz kafeleri ve dünya mutfakları ile yarışan yemekleri ile Karaköy sokaklarının kendisi kadar, burada bulunan mekanlar da tam fotoğraf çekmelik.

EMİRGAN KORUSU
Mutluluk Destinasyonu
Mis gibi çiçek kokuları arasında dolaşmakla kalmayıp, en az çiçekler kadar renkli fotoğraflar çekmek için doğal ve mükemmel bir plato. Özellikle lale mevsiminde gitmenizi tavsiye ederiz.

YEREBATAN SARNICI
Mutluluk Destinasyonu
İlginç tasarımı ve efsaneleri ile kitaplara, hatta filmlere konu olan Yerebatan Sarnıcı’nda hem tarihin derinliklerine doğru bir yolculuk yapabilir, hem de sadece Türkiye’de değil dünyada da ilgi görecek fotoğraflar çekebilirsiniz.

ARNAVUTKÖY SAHİLİ
Mutluluk Destinasyonu
Boğaz’ın en güzel hattı, İstanbul’un en zarif yalılarının bulunduğu Arnavutköy Sahili, iyi bir mücevher tasarımcısının elinden çıkmış bir gerdanlık gibi sizi deklanşöre basmanızı bekliyor.

KUZGUNCUK
Mutluluk Destinasyonu
Balat’ın Anadolu Yakası şubesi olan ama görece daha lüks sayılan yaşam tarzının benimsendiği Kuzguncuk’un her taşı, her evi, her köşesi Instagram’da yayınlanmak üzere sizi bekliyor. Sevili sokaklarına, göz alıcı evlerine aşık olacağınızı garanti ediyoruz.

ATATÜRK ARBORETUMU
Mutluluk Destinasyonu
Sarıyer’de bulunan Atatürk Arbotertumu, küçük küçük göletleri, tahta köprüleri, çeşit çeşit çiçek ve ağaçları ile fotoğrafçılar için İstanbul’daki en zarif platolardan biri.


Çengelköy: Boğaz'ın kenarında asırlık bir çınar

Boğaziçi’nin esintileri, yalıların alt katına, cumbalı üst katlara misafir oluyor. Bahçesi “deniz” olan Muazzez Hanım Yalısı, Server Bey Ya...