Yeni yıl başlarken, yepyeni umutlar biriktiriyor, yepyeni hayaller kuruyor insan. Belki eski yılla birlikte kötü olan her şeyi geride bırakacağımızı düşündüğümüzden, belki de yeni bir yılın getirdiği bilinmezlik ile mutlu oluyor insan.
Yeni yıla girerken unutulmaz bir gece geçirmek ve hayatınız boyunca saklayacağınız anılar biriktirmeniz için Mutluluk Destinasyonu olarak bir "yılbaşı rotası" hazırladık sizler için. İşte ölmeden önce yılbaşında görmeniz gereken şehirler.
1-) PRAG
Her yanı tarih kokan, her köşesinden ihtişamlı bir yapının yükseldiği Prag, özellikle yılbaşı gecelerinde karnaval alanına dönüşen meydanları ile ünlü. Wenceslas Meydanı'ndaki Noel Pazarı'nı gezerken; sıcak şarapların tadına bakmanızı şiddetle tavsiye ediyor, yılbaşı gecesi saat 24.00'daki görsel şöleni de unutamayacağınızı garanti ediyoruz.
2-) RİO
'Yağmur yağar, kar fırtınası bastırır, sokak partilerinde hiç üşüyemem' diyenler Rio, tam size göre... Eğlencenin, enfes yemeklerin ve çeşit çeşit içkinin meydanlara sığmadığı Rio'da yanına almanız gereken tek şey güneş gözlüğünüz ve parmak arası terlikleriniz. 30 derece sıcakta yeni yılı karşılamak ilginç olabilir.
3-) HONG KONG
Yılın 12 ayı boyunca 7 gün 24 saat etkileyici bir görünüme sahip olan Hong Kong, yılbaşı dönemlerinde masal diyarlarını andırıyor. Saatlerce devam eden havai fişek gösterileri, devasa binalardan şehrin üzerine doğru düşen lazer gösterileri ve Uzak Doğu'nun eşsiz lezzetleri ile yılbaşı geceniz unutulmaz olabilir.
4-) LAPLAND
30'lu yaşları geride bırakmış insanlar olarak Noel Baba'nın varlığına hâlâ inanıyoruz. Umudun, mutluluğun simgesi olan Noel Baba'nın doğduğu yer olan Lapland'de yeni yılı karşılamak torunlarınıza dahi anlatacağınız bir anı olabilir.
5-) İZLANDA
Kuzey ışıkları altında, Noel Baba'nın geyikleri ile gökten geçtiği anı beklemek için en iyi adres İzlanda. Kış memleketi olan İzlanda'da özellikle yeni yıl dönemi çok keyifli oluyor. Kızakla yapılan geziler, mangal partileri, Noel pazarları ve tabii ki akıl almaz bir indirim sizleri bekliyor.
nereye gidilir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
nereye gidilir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
8 Aralık 2019 Pazar
Hoş geldin 2020
Etiketler:
2019,
2020,
honk kong,
kaç gün,
nasıl gidilir,
nerede kalınır,
nereye gidilir,
noel,
noel baba,
organizasyon,
otel,
parti,
prag,
rezervasyon,
rio,
tatil,
tur,
uçak,
yeni yıl,
yılbaşı
21 Eylül 2019 Cumartesi
Ucuz seyahatlerin püf noktaları
Siz de bizim gibi gezmeyi, yeni yerler ve lezzetler keşfetmeyi; ancak bütçenizi aşmadan tatil yapmayı seviyorsanız, bu rehber tam size göre. Mutluluk Destinasyonu bu hafta, ucuz tatil yapmanın püf noktalarını açıklıyor.
Eğer yıllık izniniz önceden belli oluyorsa ya da hafta sonu kaçamaklarını seviyorsanız, erken rezervasyon fırsatlarını kaçırmayın. Tatilinizden 6 hafta önce yapacağınız otel rezervasyonları ya da alacağınız uçak biletleri en az "yüzde 30" oranında daha uygun fiyatlı olur.
2-) Son dakika fırsatları
Hiçbir otel, odaları boş kalsın ya da hiçbir firma uçağı boş uçsun istemez. Bu nedenle pek çok firma son dakika indirimine gider. Mesela bazı 5 yıldızlı büyük oteller akşam saat 22:00'dan sonra oda fiyatlarında indirim yapar. Eğer gezgin ruhluysanız, hava limanında son dakika bir uçağa binmeye karar verebilir ve boş koltukları en az yüzde 40 indirim ile alabilirsiniz.
Yüzlerce rezervasyon uygulaması olsa da "en güvenilir" olanlarını tercih etmelisiniz. Zira, otel rezervasyonunuzu yaptırıp, paranızı ödediğiniz hâlde, otele gittiğinizde boş bir arazi ile karşılaşabilirsiniz. Biz genellikle hotels.com sitesini kullanıyoruz. Şimdiye kadar hayal kırıklığına uğramadık. Çoğunlukla otel fiyatlarının 'yüzde 25, yüzde 35' daha azını ödeyerek tatil yaptığımız gibi, 10 gece rezervasyonun ardından bir gece de 'bedava konaklama' hediyesi kazandık.
4-) Yeme içmeye dikkat
'Her şey dahil' sistem bir otelde kalmıyorsanız, yeme-içme masrafları bütçenizi eritecektir. Size tavsiyemiz, gideceğiniz yer hakkında önceden araştırma yapmanız. Tatil yöresinin yerel lezzetlerini, büyük restoranlar yerine yerel işletmelerde tadarsanız; hem bütçeniz sarsılmaz hem de esnaf kazanır.
Tatile kalabalık bir grupla gitmek masrafı her zaman en az yarı yarıya düşürür. Birlikte araba kiralayabilir, otel yerine havuzlu ya da plaja yakın apartlar tutabilirsiniz. Böylece 2 kişinin yapacağı masrafla, en az 4 kişi tatil yapabilirsiniz.
6-) Cruise gemileri
Son yıllarda giderek popülerleşen 'dev yolcu gemileri' de "ucuz tatil" için bir alternatif olabilir. Eğer kumar oynamayan gruptaysanız, 300 Euro gibi bir fiyata 4 gün rüya gibi bir tatil yapmakla beraber, 4 güne 3 ülke ziyareti de sığdırabilirsiniz.
Döviz kurundaki yükseliş nedeniyle yurt dışı tatilleri rüya gibi görünse de, doğru seçim yaparak yurt dışında da ucuza tatil yapabilirsiniz. Para birimi Türk Lirası'ndan düşük bir ülke seçerseniz, alışveriş bile lüks olmaktan çıkar. Mesela Ukrayna'nın 10 grivnası yaklaşık 1 Türk Lirası ediyor. Kendinizi zengin hissedebilirsiniz.
8-) Hediye seçimi
Özellikle yurt dışına çıkanlar, dönüşte eşe dosta hediye getirmek zorunda hissediyor kendisini. Siz de bu gruptansanız, tavsiyemiz mağazalar ve free shop'tan uzak durmanız. Bunlar yerine, yerel gece pazarlarını ya da gittiğiniz bölgeye özel marmelatlar, reçeller üreten şarküterileri gezmeniz. Alacaklarınızın gramajına da dikkat etmelisiniz. Aksi halde alışverişte yaptığınız tasarruftan çoğunu, uçaktaki bagaj sınırını aşınca ödeyebilirsiniz.
9-) Döviz alımı
Döviz alımını mutlaka Kapalıçarşı gibi, para akışının yüksek olduğu bir yerden yapın ki; en düşük kurdan alabilesiniz. Hava limanından zorda kalmadıkça asla döviz almayın. Aradaki makas öyle açık ki; 100 dolar alabileceğiniz Türk Lirası ile ancak '80 dolar' olabilirsiniz.
25 Ağustos 2019 Pazar
Köy içinde köy: Village Park
"İstanbul" denince turistik olarak öncelikle ‘Beşiktaş, Beyazıt, Beyoğlu’ akla geliyor olabilir. Biz ise sizi bambaşka bir İstanbul'a götüreceğiz. "Köy" tanımı İstanbulluların zihninde Kadıköy, Bakırköy ve Arnavutköy’ü canlanıyor belki. Oysa dört yanı dağlarla çevrili olan İshaklı, gerçek bir 'köy hayatı' sunuyor misafirlerine. Zaten İshaklı için 'saklı köy' de deniyor.
Gökdelenler, alışveriş merkezleri, metrolar ve metrobüsler ile şehirleşme "modernlik" olmayabiliyor her zaman… Tabiat içindeki İshaklı'yı görünce; 'modernleşme' ve 'şehirleşme' gibi kavramlardan soğuyoruz. Betonarme yapılar içinde aslında yaşamadığımızı, saatlerce trafikte ömrümüzü bitirdiğimizi, tramvayda itiş kakış ile ‘stres küpü’ olduğumuzu, İshaklı'daki güzellikler ve doğallığı keşfettikçe yeniden, yeniden anlıyoruz.
İstanbul'un 151 köyünden biri İshaklı... Koca metropolün 39 ilçesinin 11'inde bulunan köyleri ile bir de "öteki yüzü" var. Bazılarını, Mutluluk Destinasyonu'nun arşiv bölümünden de okuyabilirsiniz. Gelin şimdi, İshaklı'nın dönemeçlerinde birlikte kaybolalım.
Bin 300 nüfuslu İshaklı'nın yüzde 80'ini Trabzonlular oluşturuyor. 'Emekli yeri' denilebilecek İshaklı, şehir merkezine 35 kilometre uzaklıkta konumlanıyor. Anadolu Yakası’ndan geliyorsanız, Şile, Ömerli, Riva’yı takip ederek, sırasıyla Hüseyinli, Polonezköy ve Cumhuriyetköy’ü geçerek İshaklı’ya ulaşabilirsiniz. Eğer Avrupa Yakası’ndan geliyorsanız, ikinci köprü istikametinde Kavacık sapağından çıkarak, Polonezköy yolunu takip ederek, Şile, Ömerli ve Cumhuriyetköy’ten yine İshaklı’ya varmanız mümkün… Albanita ile Bordolu Çocuk'un çam ormanları arasındaki İshaklı'da adresi, "Village Park" oluyor.
Yapımında hiç beton kullanılmayan huzur köşesinde, tabiatı dinlerken; hem vücudunuz hem ruhunuz arınıyor. Taş ve ahşap materyallerin öne çıktığı tatil yerinde, bedeniniz yenileniyor. Riva Deresi'nin şırıltısı, ağaç yapraklarının hışırtısına karışıyor. Sessizlik ile doğanın buluştuğu İshaklı’da beton yerine kerpiç, tuğla ve taş, size ‘köy doğallığı’ sunuyor.
185 tür, 11 bin sayısından fazla bitki ile örtülmüş burası, kış aylarında da şömine sakinliği servis ediyor gelenlerine… Oksijen ve uzun doğa yürüyüşleri için elverişli İshaklı’da sağlık, köy sınırlarının dışına da taşıyor. Ortaçağ ve gotik tarzdaki Village Park, çam ormanları gölgesinde İstanbul’un “doğal” yüzünü vaat ediyor.
1999’da dönemin başbakanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ağırlayan kompleks, lüksten uzak ‘saklı köşe’ olarak ayrılıyor diğer örneklerinden… “Örneği” aslında söz gelimi, zira Village Park’a geldiğinizde, anlıyorsunuz ki; bulunduğunuz yerin bir benzeri yok.
Doğayla barışık burası, 35 dönüm üzerine yayılmış bir tapınak gibi mahfuz… “Uzakdoğu” esintileri taşıyan mimarisi ile konfor anlayışınızı tamamen değiştiriyor. Ahşap, taş bileşimi ile konaklayanlara “sonsuz huzur” armağan eden Village Park, ‘köy içinde köy’ olarak konumlanıyor. Doğayla uyumu yakalayan yer, tüm zamanlarını mesleki koşuşturma içinde geçirenlerin sevdikleri ile bir arada olmanın tadına varacakları özel köşe...
Başınızı kapalı mekânlardan dışarı çıkarıp yalın ayak ve sere serpe yeşilliklere uzandığınız İshaklı Köyü’ndeki Village Park’ta at, tavşan, kedi ve köpeklerin salına salına dolaşması ise 'zihinsel detoks' uyguluyor. Minimalist estetiğin öne çıktığı doğa otelinde ruhunuz tazeleniyor. Ahşap köprüler, yanı sıra tahta yollarda zaman, zihninize siz farkında olmadan "doğal terapi" uyguluyor.
Konakladığınız bölgenin her iki tarafı da ıhlamur ve gürgen ağaçlarıyla çevrilmiş ormanlara bakıyor. Doğanın tam kalbinde, temiz hava ile iştah da açılıyor haliyle… Village Park, lezzetleri ile de aklınızı çelecek. Geleneksel mezeleri, Rus spesiyaliteleriyle çeşitlendirebilirsiniz. Organik yemekleri, Hindu taş figürleri arasından geçilen yolları ve konforlu odaları ile sadece bir gün bile yetiyor dinlenmek için… Tabiata saygısızlık yapılmayan, betonlaşmadan uzak, gürültü kirliliğinin olmadığı küçük kasabadan ‘huzur’ yükseliyor.
Lüks yerine, doğanın enerjisini size sunmak üzere yoğunlaşmış ekolojik çiftlik, 7 ayrı tarzda düşünülmüş konaklama imkânları, bungalovlar, cumbalı odalar, ahşap odalar, nostalji odalar, küçük villalar, romantik odalar, lüks ve özel odalar ile zevkinize göre alternatif sunuyor. Gelirken omuzlarınızda taşıdığınız şehir yaşamının negatif enerjisi, giderken sırtınızdan herhangi bir çam ağacı gölgesinde bırakmış olarak dinlendirici bir deneyim ile “hafiflemiş” şekilde dağılıyorsunuz. İstanbul’a 35 kilometre uzaktaki arka bahçesinde, düşlere yolculuk yapabilirsiniz. Şehir merkezinden hiçbir şey düşünmeden arabanızla yolculuğa çıktıktan sonra ağaçların doğal bariyer görevi gördüğü Polonezköy’ün kıvrımlı, inişli çıkışlı yollarında adeta ‘mutluluk’ topluyorsunuz. Mesela Adampol’un hemen girişindeki yol kenarı, salaş ‘tost, köfte ve gözleme evi’ bunlardan birisi… Albanita ile Bordolo Çocuk, hafif bir kahvaltı ile günü karşılarken; az sonraki düşler bahçesinden tam anlamıyla haberdar değildiler. Hatta akıllarında ‘olumsuz’ tecrübelerin referansları uçuşmaktaydı.
Ancak Village Park’ın içine arabanın tekerleklerin girmesiyle büyülü dünyası, misafirlerini çabuk ve kolay teslim alıyor. Vestiyere bavulları bırakıp giriş işlemleri için biraz soluklanırken bile ‘yorgunluk’ diye bir şey kalmıyor zaten geriye… Tüm boğucu hisleri, yaşadığınız pürüzleri bahçe kapısı eşiğinde, dışarıda bırakıyorsunuz.
Köy ekmeklerinin ve kompleksin kendi bostanında yetiştirdiği taze mahsullerinin kokusu ‘buyur’ ediyor hemen, restoranın biraz ilerisinde ise anason ve malt bardakları birbirine karışmış yudumlanıyor. Havuz başında bir çift, gözleriyle konuşuyor. Bir çocuk saçlarından akan suyu saça saça koşuşturuyor. Çocuk neşesi de etrafa yayılıyor. Başkasının elinden çıkan kahveyi içerken Bordolu Çocuk müşahede ediyor ki; Albanita’nın getirdiği bir çay veya neskafe fincanı hiçbir şeye değişilmiyor.
İstanbul’a 40 dakikalık mesafedeki Uzakdoğu’da “hayalleri” ile baş başa kalmanın keyfine varıyor ikili… ‘Sihirli kutu’ gibi bu yerde, akşam yemeğini uzatan Albanita ile Bordolu Çocuk saatlerin telaşını unutuyor.
Özenle seçilmiş ağaçlar ve çiçekli bitkilerin sırdaşlığında, ‘sağlıklı düşünme, ruhsal temizlik’ için şaşırtıcı sessizliğe doymuş olan Bordolu Çocuk’un huysuzlukla etraftakilere söz açması, Albanita’nın insandan kaçtığı yerde, “yeni insanları” masalarına ve balkonlarına çekiyor. Uyumlu yapısıyla Albanita ise Bordolu Çocuk’un haylazlığına şefkât ile eşlik ederken; tanımadığı insanlarla dakikalar boyunca hoşbeş ediyor; sözleri, gülüşleri, masadan masaya yankılanıyor.
İnsanın motivasyonunu artıran, üretkenliğine katkı sağlayan, tabiatın her rengini içinde barındıran Village Park Resort ve İshaklı Köyü’nden çıkıp da günlük rutinlere geri dönmek, sanırım hiç kimseye iyi gelmiyor. Albanita ile Bordolu Çocuk da hâlâ akılları orada, bedenleri şehir ortasında yeni ‘mutluluk rotaları’ için kum saati çeviriyor.
Mutluluk Destinasyonu / İshaklı Köyü |
Mutluluk Destinasyonu / İshaklı Köyü |
Mutluluk Destinasyonu / İshaklı Köyü |
Mutluluk Destinasyonu / İshaklı Köyü |
Mutluluk Destinasyonu / İshaklı Köyü |
Mutluluk Destinasyonu / İshaklı Köyü |
Mutluluk Destinasyonu / İshaklı Köyü |
Mutluluk Destinasyonu / İshaklı Köyü |
Mutluluk Destinasyonu / İshaklı Köyü |
Mutluluk Destinasyonu / İshaklı Köyü |
Mutluluk Destinasyonu / İshaklı Köyü |
Mutluluk Destinasyonu / İshaklı Köyü |
Mutluluk Destinasyonu / İshaklı Köyü |
Mutluluk Destinasyonu / İshaklı Köyü |
İnsanın motivasyonunu artıran, üretkenliğine katkı sağlayan, tabiatın her rengini içinde barındıran Village Park Resort ve İshaklı Köyü’nden çıkıp da günlük rutinlere geri dönmek, sanırım hiç kimseye iyi gelmiyor. Albanita ile Bordolu Çocuk da hâlâ akılları orada, bedenleri şehir ortasında yeni ‘mutluluk rotaları’ için kum saati çeviriyor.
28 Nisan 2019 Pazar
Cunda’nın kokuları
Bir an için duruyor ve 180 derece dönüyoruz. Etrafta; sahil boyunca sıralanmış restoranlar, kafeler ve müstakil evler uzanıyor. Biraz ileride ise büyük bir ‘yat limanı’ var. Bir taraftan Türkçe ezgiler yükselirken; öte yandan Yunanca müzikler duyuluyor. Melodiler birbirine karışıyor. Mutluluk Destinasyonu, Cunda’da…
Hayatın akışına bir ‘dur’ diyerek, kısa mola için zeytin ağaçları arasından temiz havayı takip ederek, lezzetli yemeklerin kokusuna ulaşıyoruz. Hemen her köşede bir tarihi kalıntı kendini gösterirken; mütevazı bir balıkçı kasabası önümüzde yükseliyor.
Cunda’ya ulaşmak için kat ettiğimiz yol boyunca, Burhaniye’de kızarmış ekmek üzerinde ‘baharatlı’ zeytinyağı ve Ayvalık’taki tostların etkisi hâlâ damağımızda duruyorsa da midemiz kazınıyor. Yeni lezzetler ile barışık Albanita, Cunda Adası’na özgü, küçük sardalya denilebilecek, ‘papalina’ söylüyor. Ege’nin binbir çeşit otlarından oluşturulan mezeler ve zeytinyağlıları da Bordolu Çocuk’un doyması için yetiyor. Yemeğin sonunda Taş Kahve’deki dibek kahvesi ve sakızlı Girit dondurması ise adeta bir lezzet şöleni oluyor.
Biz Cunda’ya karayolu ile ulaşıyoruz; ama siz ‘deniz sefası’ istiyorsanız eğer, Ayvalık’tan da tekneler ile geçilebiliyor. Pateriça Koyu’nda tazelenmek için sakinliği dinliyoruz ardından.
Arnavut taşları üzerinde avare adımlarla varacağınız biraz ilerideki Bıyıklı’da, denizin üzerine kurulmuş masalarda ayağınıza dalgalar vururken; aşk ile bakışmak da ‘benzersiz’ duygular hissettiriyor. Restoranlardan yola taşan zeytinyağı ve ‘taze balık’ kokuları Albanita ile aklımızı çelerken; bir taraftan da sıra sıra evlere bakıp “Keşke hep burada yaşasak” diye içimizden geçiriyoruz. Yüksek tavanlı bir mekân olan Taş Kahve’den de buram buram “kahve” kokusu yayılıyor sokağa bu arada… Kafenin tam orta yerine konumlandırılmış “kömür sobası” misafirlerini geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarıyor.
Kahvedeki bütün sandalyeler denize doğru çevrilmişken; bazıları sırtını manzaraya dönüp oturuyor. Hâliyle anlıyorsunuz ki; bunlar Cunda Adası’nın sakinleri… Haklı olarak onlar için denize doğru kahve içmenin çok bir özelliği yok.
Denizden iç kesimlere doğru adımlıyoruz Albanita ile… Karşımıza Cunda’nın simgelerinden değirmenler çıkıyor. Fotoğrafçılar için deklanşöre basmanın yeterli olacağı bir tembellik burada, güzel bir kare yakalamak…
Kurtuluş Savaşı yıllarında Yunan Ordusu’na ilk kurşunu sıkan Ali Bey’den mülhem, Cunda’ya "Alibey Adası" da deniliyor. Taş yollarında yürürken; bunların ardındaki tarihi de hissediyorsunuz. Masmavi ve temiz Marmara Denizi’nin önünüzde selam durdurduğu Cunda Adası’nda tarihi ve doğal güzellikleri her karışta bulabilirsiniz.
Tek kubbeli bazilika tipindeki Taksiyarhis Kilisesi, Cunda’nın kimliği gibi her yerden görülüyor. Adeta bütün bir adayı koruyan görüntüsüyle Taksiyarhis, Cunda’nın demografik yapısı hakkında fikir verirken; tarih boyunca Rumların baskın geldiğinin de numunesi gibi…
1873’te inşa edilen Taksiyarhis, Anakent Kilisesi’nin kalıntıları üzerinde yer buluyor. Koruyucu melekler Cebrail ve Mikail Aleyhiselam’a ithaf edilen Taksiyarhis, Cunda’nın da uhrevî emniyet merkezi sanki. Dikdörtgen düzendeki kilise, 1927’de bir minare eklenerek, “cami” olarak dönüştürülmüş.
1870’den beri ayakta olan Saatli Cami de güzelliği ve zarifliği ile kendinden söz ettiriyor. Ayos İanni Kilisesi’nin camiye çevrilmesiyle hayat bulan Saatli Camii, 1928’den bu yana Müslümanların ibadet yeri olarak hizmet veriyor. Aslında yaşı yetenler arasında Cunda’daki “en büyük ikinci kilise” olarak da biliniyor. Zaten Saatli Camii’nin mimari planı da ‘Haç’ şeklinde… Öyle ki; ismi dahi ‘çan kulesi’ üzerindeki saatten gelmekte…
1850’de inşa edilen “Panaya Kilisesi” kalıntıları da Cunda Adası’nın süsü gibi… Tarihi kilise bugüne bütünü korunarak ulaştırılamasa da sadece üç duvarı bile geçmişte büyük törenlere nasıl ev sahipliği yaptığını fısıldıyor.
Huzurlu ve sakin bir adres olan Cunda Adası, doğa ve dinginlik arayanları da ‘yenilenmek’ sorumluluğu içinde misafirliğe bekliyor. Hâlâ çiçeklerin sarıp sarmaladığı samimi karakterini koruyan, pembe ve mavi panjurlu evleri ile sıcak insanların yeri Cunda’da gönlünüze ve ekonomik durumunuza göre her türlü konforu bulacaksınız. Güzelliği, manzarası ve "kokuları" ile Bordolu Çocuk ve Albanita’nin gönlünde özel bir yer edinen Cunda Adası, size de unutulmaz deneyimler yaşatacak, bizden söylemesi...
Cunda Adası / Mutluluk Destinasyonu |
Hayatın akışına bir ‘dur’ diyerek, kısa mola için zeytin ağaçları arasından temiz havayı takip ederek, lezzetli yemeklerin kokusuna ulaşıyoruz. Hemen her köşede bir tarihi kalıntı kendini gösterirken; mütevazı bir balıkçı kasabası önümüzde yükseliyor.
Cunda Adası / Mutluluk Destinasyonu |
Cunda’ya ulaşmak için kat ettiğimiz yol boyunca, Burhaniye’de kızarmış ekmek üzerinde ‘baharatlı’ zeytinyağı ve Ayvalık’taki tostların etkisi hâlâ damağımızda duruyorsa da midemiz kazınıyor. Yeni lezzetler ile barışık Albanita, Cunda Adası’na özgü, küçük sardalya denilebilecek, ‘papalina’ söylüyor. Ege’nin binbir çeşit otlarından oluşturulan mezeler ve zeytinyağlıları da Bordolu Çocuk’un doyması için yetiyor. Yemeğin sonunda Taş Kahve’deki dibek kahvesi ve sakızlı Girit dondurması ise adeta bir lezzet şöleni oluyor.
Cunda Adası / Mutluluk Destinasyonu |
Biz Cunda’ya karayolu ile ulaşıyoruz; ama siz ‘deniz sefası’ istiyorsanız eğer, Ayvalık’tan da tekneler ile geçilebiliyor. Pateriça Koyu’nda tazelenmek için sakinliği dinliyoruz ardından.
Cunda Adası / Mutluluk Destinasyonu |
Arnavut taşları üzerinde avare adımlarla varacağınız biraz ilerideki Bıyıklı’da, denizin üzerine kurulmuş masalarda ayağınıza dalgalar vururken; aşk ile bakışmak da ‘benzersiz’ duygular hissettiriyor. Restoranlardan yola taşan zeytinyağı ve ‘taze balık’ kokuları Albanita ile aklımızı çelerken; bir taraftan da sıra sıra evlere bakıp “Keşke hep burada yaşasak” diye içimizden geçiriyoruz. Yüksek tavanlı bir mekân olan Taş Kahve’den de buram buram “kahve” kokusu yayılıyor sokağa bu arada… Kafenin tam orta yerine konumlandırılmış “kömür sobası” misafirlerini geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarıyor.
Cunda Adası / Mutluluk Destinasyonu |
Kahvedeki bütün sandalyeler denize doğru çevrilmişken; bazıları sırtını manzaraya dönüp oturuyor. Hâliyle anlıyorsunuz ki; bunlar Cunda Adası’nın sakinleri… Haklı olarak onlar için denize doğru kahve içmenin çok bir özelliği yok.
Cunda Adası / Mutluluk Destinasyonu |
Denizden iç kesimlere doğru adımlıyoruz Albanita ile… Karşımıza Cunda’nın simgelerinden değirmenler çıkıyor. Fotoğrafçılar için deklanşöre basmanın yeterli olacağı bir tembellik burada, güzel bir kare yakalamak…
Cunda Adası / Mutluluk Destinasyonu |
Kurtuluş Savaşı yıllarında Yunan Ordusu’na ilk kurşunu sıkan Ali Bey’den mülhem, Cunda’ya "Alibey Adası" da deniliyor. Taş yollarında yürürken; bunların ardındaki tarihi de hissediyorsunuz. Masmavi ve temiz Marmara Denizi’nin önünüzde selam durdurduğu Cunda Adası’nda tarihi ve doğal güzellikleri her karışta bulabilirsiniz.
Cunda Adası / Mutluluk Destinasyonu |
Tek kubbeli bazilika tipindeki Taksiyarhis Kilisesi, Cunda’nın kimliği gibi her yerden görülüyor. Adeta bütün bir adayı koruyan görüntüsüyle Taksiyarhis, Cunda’nın demografik yapısı hakkında fikir verirken; tarih boyunca Rumların baskın geldiğinin de numunesi gibi…
Cunda Adası / Mutluluk Destinasyonu |
1873’te inşa edilen Taksiyarhis, Anakent Kilisesi’nin kalıntıları üzerinde yer buluyor. Koruyucu melekler Cebrail ve Mikail Aleyhiselam’a ithaf edilen Taksiyarhis, Cunda’nın da uhrevî emniyet merkezi sanki. Dikdörtgen düzendeki kilise, 1927’de bir minare eklenerek, “cami” olarak dönüştürülmüş.
Cunda Adası / Mutluluk Destinasyonu |
1870’den beri ayakta olan Saatli Cami de güzelliği ve zarifliği ile kendinden söz ettiriyor. Ayos İanni Kilisesi’nin camiye çevrilmesiyle hayat bulan Saatli Camii, 1928’den bu yana Müslümanların ibadet yeri olarak hizmet veriyor. Aslında yaşı yetenler arasında Cunda’daki “en büyük ikinci kilise” olarak da biliniyor. Zaten Saatli Camii’nin mimari planı da ‘Haç’ şeklinde… Öyle ki; ismi dahi ‘çan kulesi’ üzerindeki saatten gelmekte…
Cunda Adası / Mutluluk Destinasyonu |
1850’de inşa edilen “Panaya Kilisesi” kalıntıları da Cunda Adası’nın süsü gibi… Tarihi kilise bugüne bütünü korunarak ulaştırılamasa da sadece üç duvarı bile geçmişte büyük törenlere nasıl ev sahipliği yaptığını fısıldıyor.
Cunda Adası / Mutluluk Destinasyonu |
Huzurlu ve sakin bir adres olan Cunda Adası, doğa ve dinginlik arayanları da ‘yenilenmek’ sorumluluğu içinde misafirliğe bekliyor. Hâlâ çiçeklerin sarıp sarmaladığı samimi karakterini koruyan, pembe ve mavi panjurlu evleri ile sıcak insanların yeri Cunda’da gönlünüze ve ekonomik durumunuza göre her türlü konforu bulacaksınız. Güzelliği, manzarası ve "kokuları" ile Bordolu Çocuk ve Albanita’nin gönlünde özel bir yer edinen Cunda Adası, size de unutulmaz deneyimler yaşatacak, bizden söylemesi...
9 Şubat 2019 Cumartesi
İnsanlığın tarihi: Ayasofya
Mutluluk Destinasyonu, İstanbul’un fethi sembolü olarak kiliseden camiye çevrilen Ayasofya’nın kapılarını aralıyor. Osmanlılar’ın ‘cami-i kebir’ dediği, Fatih’in yadigârı ulu cami Ayasofya’nın dün ve bugünlerini buyurun, beraber okuyalım.
Senegal’den Kırgızistan’a, Beyaz Rusya’dan Kamerun’a, Avusturya’dan Hindistan’a, Çekya’dan Kenya’ya, Malezya’dan Portekiz’e kadar tohum atar gibi her tarafa serpilen kubbelerden biri de Ayasofya Cami’yle İstanbul’a atıldı. Ancak 24 milyon kilometrekarelik bir etki alanına hükmeden Osmanlı Türkiye’sindeki ‘özel camiler’ sıralaması yapacaksak eğer, tartışmasız olarak ilk 3 arasında “Ayasofya Camii” yer bulur.
Mutluluk Destinasyonu tarih sahnesinde başı dimdik duran, 85 yıldır ise minareleri bükülen Ayasofya’nın kapılarını sizler ile birlikte aralıyor. Tüyleri üç kıtaya yayılan devleşmiş bir Osmanlı Türkiye’si, kendi öz evinde kapısı yüzüne kapanan Ayasofya’yla birlikte; adeta cüceleşti. 8 bin 500 yıllık kadim tarihiyle İstanbul’un ‘tapu senedi’ olarak Ayasofya, aslında bir patrik katedrali olarak yapılmıştı. Bizanslılar’ın benzersiz şekilde koruduğu İstanbul, 1453’te fethedildikten sonra güneş çapındaki bir pırlanta gibi Ayasofya da zapt edildi.
Eski kilise, yeni cami 1482 yıldır mahfuz tutularak 537’den bugünlere kadar ulaştırıldı. Doğu Roma İmparatoru I. Justinianus tarafından ‘bazilika’ planlıyla eski şehir merkezine inşa ettirilen Ayasofya, bin yıl boyunca ‘dünyanın en büyük kilisesi’ olarak kullanıldı.
Nika İsyanı’nda 30 bin isyancıyı öldüren Justinianus, bugünkü Ayasofya’yı yaptırarak belki de günah çıkarıyor, milletine karşı diktatörlüğü örten dini bir masumiyet örüyordu.
Pers Orduları’nı dağıtan Büyük İskender ve Roma’nın mutlak imparatoru Sezar’ın adeta ‘oda hizmetçiliği’ yapamayacağı görkemli hükümdar Fatih Sultan Mehmed Han’ın 1453’te ilk namazı kıldığı eski Bizans eseri Ayasofya’ya bugün gittiğinizde “dinlerin kardeşliği” görülebilir. Mihrabın üzerinde Meryem Ana’nın kucağında Hazreti İsa’yı tasvir eden resim bulunurken; sağ tarafta Arapça harfler ile ‘Allah’ yazısı dikkat çekiyor, sol tarafta ise “Hazreti Muhammed” yazıyor.
Batı duvarları bugün hâlâ ayakta ve havarileri sembolize eden kuzularıyla gelenleri karşılıyor. Roma’daki Panteon, Mısır’daki Piramitler ile kıyaslamak doğru mudur bilinmez; ama bin 500 yıldır sapasağlam ayakta duran böylesi bir dini yapı yoktur ve Panteon ile Piramitler, Ayasofya’nın yanında ‘sıradan’ kalabilir.
İstanbul’daki Süleymaniye Camii, Edirne’deki Selimiye Camii, bunlara karşılık olarak da Roma’daki San Pietro Bazilikası, Paris’teki Notre Dame Katedrali ve daha niceleri, Ayasofya’nın ‘eşik taşına’ denk değil. Ayasofya bunların yanında kümes olsa bile daha kıymetlidir. İstanbul’un kalbi Ayasofya Camii, dünyada eşi olmayan madde ve mana âbidesi olarak ayrışıyor diğer örneklerinden…
Buna rağmen dünyanın ilk 7 harikası arasında Ayasofya’nın olmaması, Hz. İsa’dan önce ilk 500 yılda onların belirlenmesi, kilisenin ise yaklaşık bin yıl sonra yapılmasıyla ilişkilendirilir. Ancak Osmanlı Dönemi’nde dünyanın 7 harikası da Türk topraklarında bulunuyordu. Bugün hâlâ, Efes’teki Artemis Tapınağı ile Bodrum Kalesi’ndeki Mausoleum da “iki harika” olarak sınırlarımızdadır. Son 7 harika içinde de Ayasofya’nın olmaması, ‘internet oylaması’ ile belirlendiği için ciddiyeti tartışılabilir. Tac Mahal, Çin Seddi ve Chichen Itza Piramidi’nin dünyanın 7 harikası içinde olması; Hindistan, Çin ve Meksika’nın nüfusu ile ilişkilendirilir… Gönlümüzün listesinde zaten “Ayasofya” hep ilk sırada…
Öyle ya; Ayasofya’nın kapılarındaki “Ya Fettah” yazılı maden dökümlü tokmakları ile fethin sembolü niteliğinde… Hatta; Ayasofya’nın ruhunu kuşaklar boyu anlatılan efsaneler nasıl da yansıtıyor. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde Ayasofya’nın malzemesinin Hızır (as) tarafından tedarik edildiği, “manevi işçilerin” çalıştığı ve orta kapısının Nuh Peygamber’in gemisinden yapıldığı yazıyor.
Fetihten sonra ise Ayasofya’da kılınan ilk Cuma namazında Fatih’in karşısında Kâbe’yi gördüğü ve Hızır (as)’ın terleyen sütuna parmağını sokarak Ayasofya’nın yönünü kıbleye doğru çevirdiği rivayet olunur. Yine Seyahatname’de Hz. Muhammed (sav)’in doğduğu yıl Ayasofya’nın kubbesinin yıkıldığı; ancak Hazreti Peygamber’in ağzının suyu ve zemzem ile karıştırılan kireçle tamir edilebildiği anlatılıyor.
İlk olarak Konstantinus tarafından 390’da yapılan Ayasofya ahşap malzemeler ile yapılmış, geçirdiği yangın ile daha sonra yenilenmişti. İsim dizisi, Megali Ecclesia yani Büyük Kilise, Thea Sophia ve Hagia Sophia; yani Ayasofya olarak gelişmişti. Kubbenin üzerindeki haç indirildikten sonra fetih ile birlikte etrafından dört minare yükseltirerek, “cami” yapılmıştı. Bizans Dönemi’nde de Osmanlılar’da da en büyük paye ile imparatorluğun ‘ilk ibadet mekânı’ olarak görüldü.
Osmanlılar’ın son dönemlerinde ‘10 milyon kilometrekare’ olan imparatorluk toprakları, yaklaşık ‘700 bin kilometrekare’ zemine düşerken; Ayasofya’nın duvar sıvaları da kazınarak lahitleştirildi. Ayasofya’nın gözü dönmüş şehvetlisi Yunanlılar, bir asra yaklaşan zamandır iştahla ağzından salya akıtırken; 1935’te minareleri fiyonklu bir kurdele yapılmış olarak burayı şımarıkça ‘hediye kutusu’ kabul etti. Bir bakış ile Ayasofya’nın kapıları demirlenerek, İstiklâl Savaşı’nın temiz ruhu lekelenirken; adeta ‘istiklâl’ de tersine çevrildi gibi duruyor. Adeta maskara edilmiş haliyle bir taş yığını olarak Ayasofya’nın kapılarıyla bir milletin de sanki ruhunu kilitlediler, Ayasofya’yla birlikte kalpleri mühürlediler.
Şöhretli mimar Filippo Brunelleschi’nin Floransa’daki Duomo Katedrali’nin çatısı, ‘dünyanın en görkemli kubbesi’ kabul edilir. Ancak Ayasofya’nın kubbesi, Duomo’dan tam bin yıl önce ve sadece 5 yıl gibi kısa bir süre içinde yapılmış olarak, dönemin şartları da göz önüne alınır ise aslında daha büyük övgü hak ediyor. Ayrıca Hristiyan inançlar ile yapılsa da içinde Paganist semboller de bulunuyor. Mesela Poseidon’un figürleri, üçlü mızrağı ve balıkları Ayasofya’nın duvarlarında kendine yer bulmuş. Demek ki; Ayasofya’yı ‘Hristiyanlık’ şanı ile yaptıran Justinianus’un işçileri arasında hâlâ gizli Pagan olanlar vardı, geleneksel bağlılığını burada da duvarlara işlemişti. Ayrıca Helenistik Döneme ait mermer küpler de yer alır.
Bugünkü tahammülsüzlüklerin aksine dönemin ‘hoşgörüsü’ İstanbul’un fethiyle de sürdürülmüştü. Örneğin karaların ve denizlerin hakanı Mehmet Han, Ayasofya’yı cami olarak dönüştürürken; “Fatih Camii” demek yerine Ayasofya ismini muhafaza ederek, alçak gönüllülük sergilemişti. Nihayetinde Ayasofya isim kökü olarak, ‘kutsal bilgelik kilisesi’ anlamı taşıyor. Yani Hazreti İsa’nın kutsal bilgeliğinden bahsediyor.
Ayasofya’ya girerken; “Terleyen Sütun” olarak bilinen dilek taşına parmağınızı yerleştirerek gönül muratlarınızı istemeyi unutmayın. Rivayet o ki; tarihlerin birinde imparator Justinianus, hasta ve dayanılmaz baş ağrısı çekiyor. Kilisedeki bir sütun dibine oturuyor, başını koyduğu anda ağrıları diniyor. Bu sebepledir ki; buraya bir kutsiyet atfediliyor. Ayasofya sadece kilise papazlarını, patrikhane yöneticilerini ve rahipleri barındırmaz; avlusunda çok sayıda rahibenin de yaşadığı bir manastır bulunurdu. Osmanlı Dönemi’nde bir sıbyan mektebi, bir muvakkithane, iki sebil, üç yüzlü bir çeşme, devasa orta şadırvanın yanında küçük duvar şadırvanı, bir büyük imaret, bir medrese, iki güneş saati yer alırdı.
Ayasofya’nın kedisi Gli ile fotoğraf çektirmeyi de unutmayın. Gerçi sizin dalgınlığınıza gelse bile o bir mermer sütun üzerine çıkarak sizin ölümsüz karenizde yerini alarak kendisini elbette size hatırlatacaktır. Sevimli kedi ‘Gli’ genellikle Bizans imparatorlarının tahta geçtiği, ayin esnasında oturdukları “onfalion” köşesinde oturur, yani yerini de bilir. Reenkarnasyon inançlarımıza aykırı ama; yoksa Gli, “Bizans imparatoru” ruhuyla Ayasofya’da yaşıyor mu?
Roma, Bizans ve Osmanlı gibi üç imparatorluğa ev sahipliği yapmış, iki kıta üzerine yayılan, içinden deniz geçen tek şehir Konstantiniyye’nin ve İstanbul’un gönlüydü Ayasofya. Dışından bakınca ulu, içinden bakınca ziynetli görünür. Komutan Henricus Dandolo’nun dışında başka imparatorlar ile, peygamber müjdesine mazhar olmuş ‘kutsal’ bilinen Ayasofya’da padişahlar II. Selim, III. Murat, III. Mehmet, I.Mustafa, I.İbrahim’in de türbeleri de bulunuyor. Padişahların gömülü olduğu bölüm, aslında eski vaftizhane olarak biliniyor.
6’ncı yüzyıl yapısı Ayasofya’daki Narteks koridorunda ‘imparator kapısı’ vardır. Söz konusu geçişin sağında bir mermer çıkıntı bulunur. Burası dehlizlere, mahzenlere iner ki; bilen bilir İstanbul’un üstü gibi altında da engin bir hayat vardır. İstanbul’un dehlizleri imparatorların kaçış yolu olarak birçok yere çıkar. Mesela Ayasofya’nın dehlizleri Sultan Ahmed Camii’nin yanındaki Hipodram’a ve daha arkadaki, sahilde yer alan Çatladıkapı’da ‘at nalı’ biçimindeki Sphendone Bölgesi’ne kadar uzanır.
Yine de gücümüze gidiyor; bizden öncekilerin başlarını secdeye koyup da ibadet ettikleri yerlere ayakkabılar ile basılıyor olması bugünlerde… “Kılıç hakkı” diye bir kabul var savaşlar tarihinde… İstanbul’un fatihi Sultan Mehmed Han’ın Ayasofya Vakfiyesi’ndeki vasiyetinde geçen, “Kim ki bu vakfın şartlarından birini değiştirirse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun” ifadelerinden sonra ne yazılabilir ki daha?
Bir şehrin sahibi; üzerinde yaşayanlar değil, altında yaşayanlardır. Bu böyledir! Uzaktan Ayasofya’yı seyrediyor; ama içine girip de iki rekât namaz kılamıyorsak, nasıl ‘bizim’ olabilir ki? Yani hepimize ‘emanet’ olan Ayasofya eğer “esir” ise İstanbul da hür değildir. Sizin için de bu işte bir yanlışlık yok mu; Ayasofya bizdeydi de “bizim” miydi sahi?
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Ayasofya - Mutluluk Destinasyonu |
Resim yazısı ekle |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Çengelköy: Boğaz'ın kenarında asırlık bir çınar
Boğaziçi’nin esintileri, yalıların alt katına, cumbalı üst katlara misafir oluyor. Bahçesi “deniz” olan Muazzez Hanım Yalısı, Server Bey Ya...
-
İstanbul'un stresi, kalabalığı ve mesleki yorgunluk, insanların üzerine bir 'karabasan' gibi çöküyor. Hepimiz, başımızın üzerind...
-
Herkes tatile gitti, şehir sakinleşti. İstanbul’da kalmayı tercih edenler için Mutluluk Destinasyonu olarak sizin için 'keyifli' b...
-
Mutluluk Destinasyonu sizi bu hafta, sakin ve süslü bir adrese, Heybeliada ’ya götürüyor. Yanınıza sadece fotoğraf makinenizi alın, di...